Ara
Close this search box.

Karatahta ve Demokrasi Dersi

O güzel insanın kara tahta başında resmini görmemiş olan pek yoktur. Zaten o resimden sonra lakaplarına bir yenisi daha eklenmiştir.

“Başöğretmen”!

Düşman, İstanbul’a “gedikleri gibi giderlerken” kendisine sorarlar. Paşam, yurdu kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz?”

Gözünü bile kırpmadan cevabı yapıştırır, “Milli Eğitim Bakanı olarak, Türk kültürünü yükseltmeye çalışmak en büyük amacımdır”.

Nerede bir okul görse hemen gidip ziyaret eder. Öğrencilerle konuşur onlara sorular sorar. Dağın başında alakasız bir yerde tek odalı bir köy okulu görür ve “çocuk sür, okulu ziyaret edelim” der.

Tek sınıflı küçük okulda takım elbiseli, gömlek kravatıyla genç bir öğretmen ders vermektedir. Düşünebiliyor musunuz, gencecik, idealist bir öğretmensiniz, tek sınıflı küçücük bir sınıfta ders verirken kapı çalıyor ve içeri Gazi Paşa giriyor.

Genç öğretmen heyecandan ne yapacağını bilemez, gözleri dolar, gidip ellerine sarılmak ister ve hemen kürsüyü terk ederek Gazi Paşa’ya bakar ve yutkunarak “buyrun Paşam” der.

Paşa çakmak gözlerini öğretmene devirir ve “lütfen” der, “yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz. Eğer müsaade ederseniz bizler de sizden faydalanmak isteriz. Sınıfa girdiği zaman Cumhurbaşkanı öğretmenden sonra gelir”.

Nasıl?

Aynı bugünler gibi değil mi?

Screen Shot 2021-05-03 at 11.17.03 PM

Çankaya’da misafirler dağılırken Mazhar Müfit heyecanla döner ve “Paşam yarın vekillerin maaşlarına zam konusu vardı, hiç konuşamadık deyince “aman” der Sarı Paşa. Dikkat edin öğretmen maaşlarından fazla olmasın.

Dediğim gibi, aynı bugünler. Liyakat, bilgi ve görgüye verilen değer hiç değişmiyor.

Amerika Atatürk Derneği kurucusu ve hayatını Atatürk’e adamış rahmetli büyüğüm Hüdai Yavalar’ın öncülüğünde yönetim kurulumuz ile birlikte Prof. Dr. Aziz Sancar’ı ziyarete gittik. Hem dernek olarak kendisine bir Atatürk heykeli hediye ettik hem de benim North Carolina’da Aziz Bey’in müthiş katkılarıyla kurulan Türk Derneğinde bir Atatürk semineri vermek onuruna eriştim.

Screen Shot 2021-05-03 at 11.22.48 PM

Nobel’i onun sayesinde kazandım diyerek ödülünü Anıtkabir’e armağan eden ünlü bilim insanımız Prof. Dr. Aziz Sancar, bu seyahati sırasında 5 liranın üzerinde bir hata olduğunu, yapmış olduğu çalışma sonucu, paranın üzerindeki DNA sarmalının tam aksi yönde olması gerektiğini söyledi. Böylece herkesin dikkati 5 liraya çevrilmiş oldu.

İşte bu resmin bir hikayesi var aslında.

Yazımızın başında da değindiğim gibi Atatürk okulları ziyaret etmeyi pek sevmektedir. Tarihler 28 Haziran 1933’ü gösterdiğinde, Ankara Erkek Lisesi’nde mezuniyet sınavı vardı. Okulda müthiş bir telaş, bir heyecan, bir koşuşturmadır gidiyordu ancak bunun tek sebebi mezuniyet sınavı değildi. Öğretmen ve öğrenciler Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün okula geleceği haberini almışlardı.

Gazi Paşa, liseye geldi ve mezuniyet sınavını yapacak olan heyetin içinde de yerini aldı. Öğrencilerin heyecanı tarifsizdi. Karşılarında bu ülkeyi kurtaran ve Cumhuriyet’i kuran lider vardı.

23 Temmuz 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ‘’Büyük Şeften İntibalar‘’ başlığı adı altında bir yazı yayımlandı. Bu yazıda öğrenciler karşılarında sert, çatık kaşlı bir lider beklerlerken tam aksine, onları rahatlatan, gülen ve en önemlisi onlara güven veren bir liderle karşılaşmışlardı.

Atatürk soruları mükemmel cevaplayan iki kafadar arkadaşı keyifle biraz sıkıştırır, sonra gülümseyerek tebrik eder.

Kimdir bu iki arkadaş?

Birisi Oktay Rifat, diğeri de Orhan Veli!

Ancak bu sınavda Atatürk’ün dikkatini çok daha fazla çeken biri vardır. Sorduğunda mühendis olmak istediğini söyleyen bu öğrenciye Atatürk, tarih okumasını önerir. Çocuk ise bu öneriyi hemen kabul etmez. Önce ailesine danışacağını, onların onayı olursa bu öneriyi kabul edebileceğini söyler. Atatürk ise çocuğa: ‘’Aferin evladım, sen büyük bir adam olacaksın‘’ der.

Okuldan çıktıklarında Atatürk pek keyiflidir. Yanında Reşit Galip’e döner ve “bu çocuk için bir şeyler yapmamız gerek” der. Reşit Galip “takdirname verelim” der. Atatürk ise “yok” der, “öyle bir şey değil”. Bu sefer Reşit Galip “Avrupa’ya gönderelim Paşam” der. Atatürk ise “yok” der yine. Bu çocuk çok farklı, pek zeki. Biz bunu Amerika’ya gönderelim, sen bu çocuğun ailesini bul git bir konuş bakalım” der.

Aile son derece onore olduklarını söyler ve bu genç Amerika’da Harvard tarafından derhal kabul edilir ve delikanlı Harvard Üniversitesi’nin yolunu tutar.

İşte Prof. Dr. Aziz Sancar’ın dikkatleri çektiği 5 liranın üzerinde, Oktay Rifat ve Orhan Veli’nin sınıf arkadaşı olan, Atatürk’ün Amerika’ya gönderdiği Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın resmidir.

Bu delikanlıyı Amerika’ya gönderen dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in güzel ve ibret alınması gereken bir anısıyla sonlandıralım yazımızı.

Reşit Galip.

Screen Shot 2021-05-03 at 11.17.22 PM

Rodos doğumluydu. Doğduğu topraklar İtalyanlar tarafından işgal edildiğinde henüz 17 yaşındaydı. Kayıkla İzmir’e geldi. Fransız kolejini bitirip Tıbbiye’ye girdi. Önce Balkan savaşı, sonra Kafkas cephesine koştu ve 1917’de Tıbbiye’den mezun oldu. Milli mücadele başlayınca, koşarak gitti ve Kuvayı Milliye’ye katıldı. Önce Ege’de sonra Eskişehir ve Antalya’da doktor olarak olarak görev yaptı.

1923 yılında Mersin’deydi. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, Atatürk’ün Türk Ocağı Mersin açıkhava toplantısında konuşmacılardan biri de Reşit Galip’ti. Mustafa Kemal Paşa ve eşi Latife Hanım ile beraber toplantı yerine geldiğinde kendileri için hazırlanmış, padişah tahtı gibi süslü ve görkemli iki koltuğu görünce canı sıkıldı. Ters ters bakarak gitti halkın oturduğu tahta sandalyelerden iki tane çekti ve eşiyle beraber halkın arasına oturuverdi.

Konuşmacı Reşit Galip bu durumu gördü ve kürsüye çıktı.

Parmağıyla Mustafa Kemal’i işaret ederek “sen” dedi!
“Sen Gazi Paşa, sen bu milletin yalnızca kurtarıcısı, yalnızca kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün, çünkü sen bu milletin ferdisin, senin asıl büyüklüğün, bütün o büyüklüklere rağmen ‘milletin ferdiyim’ diye övünmendir. Bu millet geçmişinde de hakikaten kahramanlar görmüştür, mağlubiyetleri galibiyetlere çevirdiler, milli hudutları zafer içinde genişlettiler, dahiler çıktı, bozulan devlet işleyişini düzelttiler, fakat onların, o sultanların o vezirlerin hepsi, o kadar mağrur oldular ki, artık kendilerini bu milletin bireyi saymayı, kendileri için alçalma, hakaret saydılar. Milletin kemikleriyle kurulmuş, kanlarıyla sıvanmış saraylarda, malikanelerde yaşamayı tercih ettiler. Bu kanlı kemik yığınları üzerinden milletlerine hakaretle baktılar. Milleti hayvan sürüsü, kendilerini de bu sürüyü güdecek, gökten inmiş vücutlar sandılar. Yani artık bu milletin bir ferdi olmak istemediler. Halbuki sen… Evrensel şanların şereflerinle beraber yine içimizdesin. Yine ‘ben bu milletin ferdiyim’ diyorsun. Dertleşmek için yine gelip bizi buluyorsun. İşte bu nedenle büyüksün, işte bu nedenle her büyükten daha büyük oluyorsun. Bu milletin ferdi olmakla iftihar eden sen Gazi Mustafa Kemal Paşa, bin yaşa” dedi.

Paşa’ya “sen” diye hitap etmesi orada bulunanları huzursuz etmişti ancak Atatürk’ün hoşuna gitmişti. Bu lafını sakınmayan genç ona “sen bizden birisin” demek istemişti ki Atatürk’ün en büyük gurur payesi de hep bu olmuştu. İşte bu Kuvvacı genç önce 1925 seçimlerinde Aydın milletvekili oldu sonra da gerek Halkevleri’nin kuruluşu gerek Türk Dil Kurumu’nda önemli görevler aldı.

Yazımızın başında karatahta’dan bahsetmiştik.

Atatürk’ün bu meşhur karatahtası yine onun meşhur sofralarının başında olurdu. Davetliler için de mutlaka küçük bir not defteri ve kalem. Çünkü o sofra eşsiz bir sohbet ve eğitim merkeziydi. Şimdilerde Türk Tarih Kurumunda bulunan o kara tahtanın başına geçip yazar, yazdırırdı. Sofraya davetli olanlar o günün ünlü bilginleri, sanatçıları, yazarları, komutanları, devlet adamları, vekiller olurdu. Davet geç saatlere kadar devam eder, Atatürk herkesin fikrini alırdı. Konular daha çok ülke ve dünya sorunları olurdu. 1931 senesinin Ağustos gecelerinden birinde, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yemekte bulunanlardan biri de milletvekili Dr. Reşit Galip’ti. Son söyleyeceğini baştan söyleyen, lafını kimseden sakınmayan Kuvvacı Doktor, Reşit Galip.

Hikayemiz burada ilginç bir hal alır.

Yemek bitmiş, sohbet devam ederken Millî Eğitim Bakanı Esat Mehmet Bey, kız öğrencilerin kısa etek, kısa çorap ile kısa kollu gömlek giymelerini uygun bulmadığını, bu nedenle daha kapalı giyinmelerini bir genelge ile okullara duyuracağını söyler.

Dr. Reşit Galip hemen atılır. “Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi! Bu bir gericiliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. Devrimlerden en önemlisi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz. Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez!” der. Bunun üzerine Mustafa Kemal’in kaşları çatılır.

“Sözlerinizde hoşgörülü, ölçülü olunuz” der. Der ama Reşit Galip’i susturmak ne mümkün, “devrimci devrimcidir. Devrimci olmayan da devrimci değildir. Kişiler bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle kimseleri Millî Eğitim Bakanı yapmak hatadır” deyiverir. Gazi’nin kaşları iyice çatılır. Yaşlı ve deneyimli Millî Eğitim Bakanı Esat Mehmet, geçmişte Mustafa Kemal’in de öğretmenidir.

“Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır, benim hocamdır. Beni okutmuş olması, sence bir değer taşımıyor mu?” der. Dr. Reşit Galip “kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttukları içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama, kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.” cevabını verir.

Mustafa Kemal: “Bu masada hocama ve bir Millî Eğitim Bakanı’na hakaret etmenize izin veremem.” diye çıkışır. Bunun üzerine, Dr. Reşit Galip “devrimleri korumak için sizden izin istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm” der.

Atatürk sinirlenmiştir. Nezaket sınırını aşan Reşit Galip’e “yoruldunuz, biraz dinlenseniz iyi olacak. Buyurun, biraz istirahat edin” diyerek, nazikçe sofrayı terk etmesini ister . Herkes bu saygısız milletvekilinin hemen kalkıp gideceğini beklerken, o “burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak, sizin kadar benim de hakkımdır” demez mi?

Böyle bir durumda, Mustafa Kemal’in yerinde bir başkası olsaydı ne yapardı bilemiyorum, özellikle günümüz Türkiye’sinden hiç bahsetmiyorum ama o büyük insan inanılmaz bir demokrasi dersi verir. “Öyleyse, biz kalkalım” der ve sofrayı arkadaşlarıyla birlikte terk eder. Mustafa Kemal, sabah uyandığında, Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu’na Dr. Reşit Galip’i sorar. Bıyıklıoğlu, Dr Reşit Galip’in sabaha kadar oturup sonra mahcubiyetlerini Paşa’ya iletmelerini istediğini, ayrıca cebinde sadece 2 lirası olduğunu ve Ankara’ya gidecek kadar borç para istediğini, bunun üzerine kendisine 25 lira verdiğini söyler.

Şimdi ders 2; Gazi ne der?

“Bu durumda olan bir arkadaşa 25 lira mı verilir? Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydin. Adamın parası yokmuş, baksana! Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama, cesareti var” der.

Ekim ayı Ankaradayız.

karizma11

Atatürk’e Reşit Galip’in Ankara Radyosu’nda bir konferans vereceği söylenir. Paşa, o akşam hiç kimseyi çağırmaz ve sofra kurdurmaz. Radyoyu açarak konferansı bekler. Konu “Halkevleri ve Devrimler” dir.

Dr. Reşit Galip’in sesi canlı yayında radyodan yükselir. “Devrimlerimiz, Türk milletinin çektiği uzun çileler sonucu elde edilen denemelerimizin fikir haline gelmiş kesin inancıdır. Her yerde, herkese ve her şeye karşı onları savunacağız. Gerekirse babalarımıza, çocuklarımıza karşı bile!”

Sonra ne mi olur?

1933’teki “üniversite reformu”nu gerçekleştiren , Atatürk’ün yüzüne karşı; “Devrimleri korumak için sizden izin istemiyorum. Hatayı yapan siz olsanız, sizi de eleştiririm.” diyebilen bu insanı Atatürk yeni Milli Eğitim Bakanı olarak atar.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Milli Kütüphane ile İlimler ve Sanatlar Akademisi’nin kurulması, 1933 yılındaki Üniversite Reformu, İstanbul Darülfünunu’nun çağdaş bir üniversiteye dönüştürülmesi gibi kararların alıması için çabalamış bu insanın bir özelliği daha vardır.

Hani artık Danıştay tarafından yasaklanan, “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım” diye başlayan Milli Andımız varya, işte kendisi bu andımızın da yazarıdır.

Ruhları şad olsun.

Okuyup, düşünüp, ders alıp, laik ve layik oluruz umarım.

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

4 yanıt

  1. Teşekkür ederim. Kaleminize sağlık bilgisel tadında bir yazı…. Bir ilkokul öğretmeni olarak kendime de dersler çıkardım… Kaleminiz keskin daim olsun… Samsun dan sevgilerle…
    Zafer Yavuz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir