Ara
Close this search box.

Lozan Gerçeği

Küçüklere masallar büyüklere mavallar anlatan iktidar, iktidardan da iktidarsız muhalefet ve boş gündemi bir kenara bırakarak dikkatleri buraya çekmek istiyorum. 

LOZAN!

Lozan konusunda bilinmesi gerekenleri “Aziz Nesin’i haklı çıkaran” halkıma bir kez daha hatırlatmak istiyorum! 

“Büyük Zafer” sonrası Atatürk’ün bizzat sabır ve titizlikle yürüttüğü politika sayesinde önce Fransız askerleri, peşinden de yalnız kalan İngilizler Çanakkale’den çekilmek zorunda kaldılar. Tek kurşun sıkmadan Edirne dahil olmak üzere Meriç nehrine kadar olan bölge tamamen boşaltıldı.

Screen Shot 2020-07-25 at 12.22.14 PM

Atatürk’ün “bu sinir harbinden biz zaferle çıkarız bunlar birkaç haftaya kalmaz ateşkes isterler” sözü doğru çıktı ve 3 Ekim 1922 tarihinde “Ateşkes Antlaşması” için Mudanya’da buluşuldu. İtilaf Devletleri adına İngilizlerin İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Harrington, İtalya Hükümeti adına General Monbelli, Fransa Hükümeti adına General Charpy ve TBMM Hükümeti adına ise İsmet İnönü katılıyordu.

Screen Shot 2020-07-02 at 8.33.22 PM

 Mudanya görüşmelerin son gününde İsmet İnönü oldukça huzursuzdu. Taa ki genç bir Teğmen gelip, eğilip usulca İnönü’nün kulağına “Merasim Kıtası hazır Paşam” diye fısıldayıncaya dek. İşte o zaman İnönü bir oh çekti ve canı fena halde bir sade kahve istedi.

Neden?

İşte burasını dikkatli okuyun.

Çünkü 30 kişilik merasim kıtası için muzaffer ordularımız içinde bir örnek botu olan, kansız, yırtıksız, yamasız, temiz bir örnek üniformalı asker bulmak ciddi sorun olmuştu. İşte tören kıtası bu şartlarda hazırlanmış ve Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922 imzalanmıştı.

 Askerin durumu buydu da siviller çok mu farklıydı?

 Mudanya sonrası sıra Lozan’a gelmişti.

 Lozan’a gidecek heyette takım elbisesi olan 3 kişi vardı. Gündüz görüşmeleri için en az bir, akşam yemek ve toplantılar için ayrı bir kıyafet gerekiyordu. Takım elbiseden geçtik, kumaş yoktu, terzi yoktu.

Arada bir “TBMM Gizli Celse” kayıtlarına bakmak lazım. Bakalım ki sorumsuzca veya keyfi harcamaların, israfın olmadığı idealist insanların bu Cumhuriyet’i nasıl kurduklarını idrak edelim.

 Türkiye’nin kaderini belirleyecek olan Lozan’a gidecek heyetin giyeceği takım elbiseleri diktirmek için harcanacak parayı milletin meclisi karara bağlıyordu.Hocaların hocası Hıfzı Veldet Velidedeoğlu anlatıyor. “1913’te henüz bir ilkokul çocuğuyken, Orta Anadolu’nun tren uğrağı olmayan kasabasında, her gün babamın yanında, başımızda kırmızı bir fes, elimizdeki zembilin içinde çarşıdan taşıdığım yiyeceklerin arasında Rus şekeri; Amerikan unu bulunduğunu ve babamın ayağına ayakkabı; sırtına çamaşır ve giyecek yapmak için Fransız köselesi, Fransız patiskası, Amerikan bezi; Alman kumaşı ve başını kapatmak için Avusturya fesi aradığını çok iyi hatırlıyorum. Babam bunları arıyordu, çünkü bunların Türk malı olanları yoktu. Hepsi dışarıdan geliyordu”.

 İmkansızı başarmış, mucizelere imza atmış galip devletin temsilcileri Lozan’a gideceklerdi. Ömrü cephelerde geçmiş, hayatlarında hiç sivil elbisesi olmamış, borç parayla takım elbise diktirip yollara düşmüş bu onurlu devlet adamlarının ruhları şad olsun. 

Screen Shot 2020-07-25 at 11.53.02 AM

Lozan’da başta İngilizler olmak üzere, karşılarında son yüzyılda görmeye alıştıkları ezik, boynu bükük bir delegasyon göreceklerini zanneden komisyon üyelerini büyük bir sürpriz bekliyordu.

 Türk heyeti önceden kararlaştırılan konferans tarihinde Lozan’a ulaştıklarında karşılarında kimseyi bulamadılar. Çünkü İngilizler konferans tarihini ertelemiş ancak bütün diplomatik nezaket ve kurallarını hiçe sayarak bu durumu Türklere haber vermemişlerdi. Aradaki zamanı Türklerin yaşadıklarını başta Fransa olmak üzere diğer devlet ve dünya basınına anlatarak değerlendiren İsmet İnönü konferans açılırken de yapılan ayıbı nezaketini yitirmeden bir kez daha ifade etmişti.

İşlerin farklı yürüyeceği ilk günden belliydi aslında. İnönü Türklere ayrılan masanın ardında bulunan sandalyeler ile İngiliz delegasyonu ve misafirlerine ayrılan koltukları görünce Mont Benon görevlisini çağırıp “ya bu koltukların yerine bizdeki sandalyelerden koyun ya da bize de o koltuklardan getirin” talimatını verdi.

 Lozan’ı anlatan anılarda pek rastlanmayan ve belki de çok önemsenmeyen bu kısa konuşmanın ardında bence son derece önemli bir mesaj vardı. İnönü’nün kendi ifadesinde olan “biz buraya muzaffer bir ordunun temsilcileri olarak geldik”!

 Açılış Konuşması:

 Konferansdan önce İnönü açılışı yapacak olan İsviçre Konfederasyonu başkanı Mr. Haab’a sordu. Açılış için konuşma yapacak mıyız?

Hayır dediler. O ise tekrar sordu, Lord Curzon açılışta konuşma yaparsa benim de yapmam gerekir. Ona konuşma hakkı verecek misiniz?

Cevap yine olumsuzdu. Mr. Haab kimsenin konuşma yapmayacağını söylemişti.

Screen Shot 2020-07-25 at 11.52.41 AM  Screen Shot 2020-07-25 at 11.53.25 AM

Ertesi gün konferans Mont Benon gazinosunda Mr. Haab’ın konuşmasıyla açıldı. açıldı. Haab, Konferansın Yakındoğu anlaşmazlıklarına son verecek bir barış girişimi olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti. “Dilerim ki, Türk-Yunan Savaşı, on yıldan beri Avrupa’yı ve Asya’nın bir parçasını yakıp yıkmış olan ve uğursuz etkileri, hem yenenlerin hem yenilenlerin gelecek kuşaklarında sürüp gidecek trajedyanın son perdesi olsun…“

Haab’ın konuşmasından sonra İsmet İnönü’yü pek de şaşırtmayacak bir şekilde kürsüye Lord Curzon çıktı. Seha L. Meray’ın düzenlediği Lozan Barış Konferansı tutanaklarında da keyifle okuyabileceğiniz üzere Curzon yerine geçip otururken İsmet Paşa ayağa kalktı, hiç kimseye bir şey söylemeden ağır ancak kendinden emin adımlarla kürsüye çıktı, elini cebine atarak önceden hazırlamış olduğu konuşmasını çıkarıp herkesi selamladıktan sonra konuşmaya başladı. 

Herkesin programın normal bir parçası zannederek izledikleri bu sahne İngiliz delegasyonunun sinir krizleri geçirmesine sebep olmuştu.

 Son derece zekice yapılan bu hareket Türkiye’nin bu konferansa eşit taraf olarak katıldığını göstermekle kalmamış, İnönü’nün anlatımlarıyla yaşanan gerçekler basın yoluyla da tüm dünyaya bildirilmişti.

İsmet Paşa, “hâla bir milyondan fazla masum Türkün Küçük Asya ovalarında ve yaylalarında evsiz, ekmeksiz serseri dolaştıklarını” dile getirerek “bütün uygar uluslar gibi özgürlük ve bağımsızlık” istediğimizi vurgulamıştı. En baştan “Curzon konuşursa ben de konuşurum” diyen ve İngiliz diplomatının konuşmaması halinde kendisinin de konuşmayacağını söyleyen İnönü’ye yalan söylenmişti. O da bu oyuna karşı gereken en güzel cevabı vermiş oldu.

Curzon ve İngilizler Türklerin büyük bir zafer kazanarak, Batılı devletlerle eşit koşullar altında aynı masaya oturmalarını bir türlü içine sindiremiyordu. Nitekim görüşmeler sırasında Mondros’u hatırlatan Curzon’a karşı İsmet İnönü’nün cevabı net ve kısadır. 

“Ben buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geldim”!

 Curzon, bütün müttefikleri yanına çekip Türkiye’ye karşı tam bir cephe oluşturmaya çalışıyordu. Nitekim o, büyük sorunları karara bağlamadan önce açık tartışmaya getirmek istemiyordu. İsmet Paşa bunun farkındaydı. Bu yüzdendir ki o “barışın İngilizlerin elinde bulunduğu” kanısına varmış ve “onların kopma konusu yapabilecekleri konulara öncelik vererek bir sonuca gitmeyi planlamış ve bu planı yavaş yavaş, sabırla uygulamıştır.

Screen Shot 2020-07-25 at 11.54.11 AM  Screen Shot 2020-07-25 at 11.54.02 AM  Screen Shot 2020-07-25 at 11.53.40 AM

“Türk halkı, bütün öteki halklar gibi, kendi varlığına, bağımsızlığına ve haklarına ilişkin her şeyde son derece kıskançtır” diyen İnönü karşı taraf olan komisyon üyeleri ve basının bile sempatisini kazanmaya başlamıştır.İsmet Paşa’nın sık sık egemenlikten, bağımsızlıktan söz etmesinden yakınan Curzon’a Paşa cevap verir.

“Bağımsız bir ulus ve devlet olan Türkiye’nin; haksız ve egemenliğine göz dikmiş önerileri, ne yoldan ve ne biçimde olursa olsun, kabul etmesi beklenemez.“

 Günümüzün Cumhuriyet düşmanları hiç sıkılmadan Lozan’da bize ne söylendiyse kabul ettiğimizi, Lord Curzon’un isteklerinin harfiyen yerine getirildiğini söylüyorlar. Hiç bir belge, bulguya dayanmayan, roman gibi yazılmış mesnetsiz kitapları da belge gibi gösteriyorlar. Oysa nedir belge? Yayınlanmış telgraflar, mektuplar, kayda alınan konuşmalar, basına yansımış demeçler. Lozan hakkında tarihi belgelere, hatıralara bile bakmaya gerek kalmadan Curzon’un sadece tek bir cümlesini hatırlatmak istiyorum. Karşılaştığı direnç ve diplomatik dirayetten sıkılan Curzon İnönü’ye yaklaşır ve der ki:

 “Tüm dediklerimizi, makul ve haklı olduğuna bakmaksızın reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki; ne reddediyorsanız hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır, imar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacak, parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir ben de var, bir de yanımdakinde. Unutmayın ne reddederseniz hepsi cebimdedir… Para kimsede yok, ancak biz verebiliriz… İhtiyaç sebebiyle yarın karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkarıp size göstereceğiz.”

 Şu yanıtı alır Curzon, İsmet Paşa’dan:

 “Çok emekle bu sonuca varmışızdır. Şartlarımız milletimize göre haklıdır. Bunları behemehal alacağız. Biz bunları alalım; siz şimdi verin, sonra gelirsek, istediğiniz yapın”

 Lord Curzon’un bu tepkisi, her dediğini kolayca kabul ettiren bir devlet adamının tepkisi olabilir mi?

 ABD temsilcisi, kayın biraderine yazdığı mektupta İsmet Paşa’yı Napolyon’a benzetiyordu ve “Tarihin en büyük diplomatı” diyordu. Ve devam ediyordu sözlerine: “Hepimizi köşeye sıkıştırdı ve bunu aksini söyleyenlerin homurtularına bakmaksızın, dürüstçe ve hakkaniyetin gerektirdiği biçimde yaptı.

Bazı çevrelere anlatmakta güçlük çektiğimiz konu için sormamız gereken soru şöyle olmalı. Ortaya Mustafa Kemal Atatürk çıkmasaydı, Bağımsızlık savaşımızı kazanamasaydık ne olacaktı?

 Lozan’da ne aldık?

Yanmış, yıkılmış, kül olmuş, en iyi yetişmiş, okumuş kadrolarını Çanakkale’de, Sarıkamış’da, Milli Mücadele’de yitirmiş olan ülkenin genç yöneticilerin elinde bir ateş topu gibi 14, “olmazsa olmaz” maddeden oluşan bir Hükümet talimatı vardı.

 Neydi bu maddeler?

 Doğu sınırı, Irak, Suriye sınırı, Adalar ve Trakya konusu ile Batı Trakya ve Boğazlar!

 Sadece bu kadar mıydı?

Hayır, bir bu kadar hatta daha da zor olan başka bir konu vardı ki, başlı başına bir konferans konusuydu. Önce Türkiye’nin devlet sınırlarının çizilmesini ve onaylatılması, sonra, çizilen bu sınırlar içinde tam bağımsız ve egemen bir devlet kurulması, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi konusu vardı ki bu yeni bir çağ açmak demekti. Çünkü bu konunun içinde Kapitülasyonlar’dan azınlıklara, Osmanlı borçlarından ordu ve donanmaya, yabancı kuruluşlardan vakıflara ve Osmanlı’dan ayrılmış olan bir çok devletin konuları vardı, Musul, Halep, Hatay konuları vardı. Bütün bu zorluklar, tehditler, baskılar, kesilen görüşmelere rağmen dirayetle, adım, adım yürüyen Genç Türkiye Lozan Barış Antlaşmasını imzaladı.

 Lozan olmasa ne olurdu?

Öncelikle söyleyelim, İstanbul diye bir şehir olmayacaktı. İstanbul yerine Konstantinopolis Devleti’nin Dolmabahçe sarayında bir İngiliz zırhlısına binip kaçmasına gerek kalmayan, ülkeyi İngilizlere teslim etmesinin karşılığı olarak sarayda yaşamaya devam eden bir hanedan, bir İngiliz Valisinin emirlerini yerine getirmekle görevli olan bir Padişah olacaktı.

 Ülke İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan bir komisyon ile yönetilecekti. Bu üçlü komisyonun izni olmadan çivi çakmak bile mümkün olmayacaktı. Kanun çıkarmak, uygulamak, vatandaşlık hakları olmayacaktı. Askeri, polisi, savcısı olmayacaktı.

Yatırım yapmak, ziraat, hayvancılık, sanayi, aklınıza gelebilecek her şey sadece ve sadece yabancı devletlerin faydalanabileceği, onların öngördüğü ve planladığı şekilde olacaktı. Banka kurmak, para, pul basmak, hastane, okul, yol, köprü, camii yapmak gibi hakları olmayacaktı.

Kullanılacak resmi dile, yaşam şekline, aklınıza gelebilecek her konuya bizler değil, bu komisyon karar verecekti. Ne içişleri, ne de dışişleri konularında hiç bir yaptırım veya herhangi bir konuda karar verme yetkisi olmayacaktı.

 Ege yöresinde İzmir diye bir şehir olmayacaktı. Büyük Yunanistan ülkesinin doğu merkezi olan Smyrna şehri ve Ege yöresi Yunanistan, Antalya ve yöresi İtalyan, Gaziantep, Adana, Hatay ve tüm yöre Fransız, Güneydoğu Kürdistan, Doğu bölgesi Ermenistan’a ait, tüm sınırları bu ülkelerle çevrili, merkezi Ankara olan küçük bir toprak parçasında yaşıyor olacaktık.

 

“Milli Mücadele” ve “Lozan” işte bütün bu planları bitirdi.

Onursuz ve esir yaşamaktansa “Ya İstiklal Ya Ölüm” diyerek Milli Mücadeleyi başlatmış olan Atatürk’ün Lozan planı bellidir.

 “Temel ilke Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya bağımsızlık ya ölüm! Türk milleti istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”

Lozan’ı küçümseyenler, cahilce, bilip bilmeden konuşanlar olabilir. Keyfi hareket edenler, yalan söyleyenler, hakaret edenler de olabilir.

 Dahili ve harici bedhahlar hatta tüm bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hiyanet içinde bulunabilirler.

Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.

Millet, fakr’ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ancak gerçekler değişmez.

Bize düşen görev de.

 

 Kaya Boztepe…

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

2 yanıt

  1. Gazinin, gençlere hitabında dediği günletdeyiz. Atatürk, arkadaşları, aziz şehitlerimiz gazilrrimiz olmasaydı, bugün namaz kılıcak camimiz de olmayacaktı. Bunun için minnet duyacaklarına, sayesşnde bulundukları o makamlarda lanet okuyorlar. Çok üzgünüm, umutsuzum ve öfkeliyim. Sonun başındauız. Allah tan başka güveneceğiöiz hiç bir dal yo yine.
    Cahille gidilrn yol düz çıkmıyor tabi.
    Tesekkur ederim, bilgilendirmeniz için

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir