Ara
Close this search box.

İZMİR’E YAPILAN BÜYÜK HAKSIZLIK 2. BÖLÜM

Ne Türkler, ne de Yunanlılar böylesine dehşet verici bir ateş görmüştü bugüne kadar. Top seslerinin peşinden havaya uçan cephanelikler, kamyonlar, toplar parçalanıyor, Kocatepe bile zangır zangır titriyordu.

Toplar ateşi ileri kaydırırken siperlerinden fırlayan Mehmetçik fırtına gibi esmeye başlamıştı. Top, tüfek ve bomba seslerini bastıran bir ses daha vardı.

“Allah Allah…Allah Allah…”

Saat 06:45 de 5. Tümen Kalecik Sivrisini ele geçirdi. On dakika sonra 15. Tümen’in 38. Alayı Tınaz Tepe’yi almıştı.

Artık tek hedef vardı.

Sarı Paşa dünyanın en güzel yazılı emrini verdi.

“Orduar, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri”!

10 sene topa tutsalar üstlerinden toz kalkmaz denilen düşman cepheleri kum gibi eriyor, yok oluyordu.

Türk Ordusu Akdeniz’e akıyordu, kuş gibi uçuyordu.

Süvari Onbaşı Ali Atar, hatıralarında İzmir’e girişlerini şöyle anlatıyor :

“Nif’teyiz. Bölüğümüze istirahat verildi. Süvari alayımızın diğer bölükleri de oradalar. Manisa, Alaşehir, Salihli ve diğer cephelerde düşmanı takip ettikten sonra nihayet ilk defa bize ve atlarımıza mola verildi.

Yüzbaşımın atına ve kendi atıma yem verdim. Sonra da onların yanına yan gelip dinleniyordum. Uyuklamaya başladığım bir anda bölüğün postası koşarak yanıma geldi: “Kalk Ali Onbaşı! Yüzbaşım acele seni istiyor” dedi. Hemen kalktım, gelen postaya sordum: “Yüzbaşım şimdi nerede?” Biraz ilerideki incir ağaçlarının bulunduğu yeri gösdererek: “İşte orada!” dedi.

Büyük bir heyecan ve merakla koşarak yüzbaşının bulunduğu yere vardım. Bir de ne göreyim? Süvari alay ve bölüklerinin tüm subay ve komutanları orada toplanmışlar, halka olmuşlar, halkanın ortasında oturanları dinliyorlardı. Dikkatle onlara baktım, Gözlerime inanamadım. Mustafa Kemal Paşa İsmet İnönü, Fevzi Paşa orada değiller mi? Ben onlara dalgın ve şaşkın bir şekilde bakarken birden yanıma dikilen yüzbaşı Şerafettin Beyin sesi kulağımda çınladı:

“Ali Onbaşı geldin mi?” dedi.

“Evet Yüzbaşım, beni emretmişsiniz” dedim.

“İzmir’e bayrak dikmeye gideceğiz” dedi.

Gerekli hazırlıklara başladık. Atlarımızın karnını doyurduk, bakımlarını yaptık. Nihayet akşam oldu. Bize Yunan askerlerinin giydiği elbiselerden verdiler. Elbiseleri giydik. Atlarımızın ayaklarını da keçeledik. Yüzbaşımızın emri üzerine, kararlaştırılan saatte gecenin karanlığında İzmir’e doğru hareket ettik.

Evet bu çok önemli görev herkes tarafından pek sevilen ve güvenilen Şeref lakaplı Yüzbaşı Şerafeddin’e verilmişti.

Atatürk’ün kendisine verdiği soyadı ile, “Şerafeddin İzmir”.

O gün İzmir için, Türkler için, Türkleri destekleyenler ve Türkleri tarih sahnesinden silmek isteyenler için de tarihi bir gündü.

Türk ordusu göz bebeği Sarı Paşa’sının emri, “Ordular, İlk Hedefiniz Akdenizdir, İleri” emriyle İzmir’e doğru inanılmaz bir süratle adeta uçuyordu. İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki (Tümgeneral Zeki Soydemir), öncü olma görevi de İkinci Tümen, Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafeddin Bey’e verildi.

9 Eylül sabahı saat 09.00’da Bornova’ya giren genç Yüzbaşı, Halkapınar’a doğru hareket halindeydi. Bir Rum’a ait Tuzakoğlu Un Fabrikası önüne geldiklerinde elini kaldırıp askerleri durdurdu. Bir şeyler hoşuna gitmemişti. Bir anda havalanan kuşlar ve aşırı sessizlik onu kuşkulandırmıştı.

Birliğin önüne tüfekleriyle 8 er yerleştirdi. Güvenlik önlemi alıp öyle devam edecekti ki, kuşkularını haklı çıkaran bir kurşun yağmuru başladı. Tedbirli davrandığı için çemberi ezip geçtiler ancak 8 erimiz şehit olmuştu. Genç komutan askerleriyle beraber Alsancak’a doğru yollarına devam ettiler. Kordon’a girdiklerinde Cehennem’e girmiş gibi ateş yağıyordu üstlerine. Kurşun ve şarapnel yağmuru altında 40 askerimizi kaybettik ancak müfreze yolundan dönmemişti.

Süvariler, dörtnala Kordonboyu’ndan Pasaport İskelesi’ne geldiklerinde, bir Rum’un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafeddin’in atının önünde patladı. At parçalanırken kendisi savruldu. At deyip geçmeyin. Türkler’de tarih boyunca atların yeri çok ayrıdır. Kurtuluş savaşımızı kazandıran en önemli unsurlardan biri de atlarıyla tek bedenmişcesine hareket eden süvarilerimizdir. Can yoldaşına baktı genç komutan, hafif yaralanmıştı ama farkında bile değildi, atına ulaşmak yelelerinden tutmak istedi. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları gelmişti ama o atının, can yoldaşının üzüntüsünden bunun farkında bile değildi. Onbaşı Ali Tatar “komutanım” diye bağırarak tuttu kaldırdı, elinde yularından tuttuğu başka bir at vardı. Genç komutan arkasına baka kalarak getirilen atın üzerine bindi ve şahlandı.

Yunan ordusu bir yandan yakıp yıkarak kaçıyordu ama Türklerin de bu kadar hızlı bir şekilde gelebileceklerini düşünmüyorlardı.

Hükümet Konağı’nın önünde kaçışan Rum halkını kollamakla görevli bir manga makineli tüfeklerle karşıladılar Şeref ve askerlerini. Hiç bitmeyecekmiş gibi uzun görünen mermi ve şarapnel yağmuru aslında beş dakikadan fazla sürmemiş, sağ kalan düşmanlar da arkalarına bakmadan kaçmaya başlamışlardı.

Screen Shot 2020-08-04 at 3.32.01 PM

Yüzbaşı Şerafeddin’i göğsüne ve koluna gelen mermiler de durduramadı. Atından atlayarak inen Şerafeddin Yüzbaşı’ya İzmirli bir genç yaklaştı ve gözyaşlarını silerek bir Türk Bayrağı uzattı. Yüzbaşı bayrağı alıp göğsüne soktu ve sendeleyerek Hükümet Konağı’na yöneldi ancak kapılar kilitliydi. Emir subayı Süvari Teğmeni Ali Rıza Bey emri beklemedi bile. Zincirleri kırdılar ve içeriye girdiler. Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafeddin, seneler sonra o dakikaları, ”yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir’i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya” diyecekti.

Yüzbaşı Şerafeddin 9 Eylül 1922 sabahı İzmir Hükümet konağına Türk bayrağını dikmişti. Hani o filmlerde gördüğünüz, Yunan Bayrağının inip Türk Bayrağının göndere çekilmesinin ardındaki gururlu ancak bir o kadar da acıklı hikaye budur.

Neden acıklı?

Kadir kıymet bilmediğimizden, geçmişimizi doğru dürüst öğrenmediğimizden, bu vatanı vatan yapanların çektikleri çileleri bilmediğimizden.

Screen Shot 2020-08-04 at 3.40.49 PM  Screen Shot 2020-08-04 at 3.41.35 PM  Screen Shot 2020-08-04 at 3.31.49 PM

Hükümet Konağı’nın önünde toplanan halk, coşkun alkışlar arasında Türk subayı ve arkadaşlarını bağrına basarken Yüzbaşı Zeki komutasındaki süvari birliği Sarıkışla’ya, (bugün artık maalesef yerinde yeller esiyor) Üsteğmen Arif ve takım komutanı Celal Bey ile Yedeksubay Besim Efendi ve 4. alay Kumandanı Reşat Bey ile Kadifekale’ye bayrağı çekmişlerdi.

Belkahve’de yanında Fevzi ve İsmet Paşalarla beraber tarihi günü izleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa İzmir’in Ege’den gelen serin rüzgarını ciğerinin en ücra köşelerine kadar çekti ve “bir rüya görmüş gibiyim” dedi.

Haydi hikayenin gerisini de Süvari Onbaşı Tatar Ali, ya da soyadı kanunundan sonra Tatar soyadını almış, ailesi Romanya üzerinden Konya’ya yerleşmiş olan Kırım göçmeni Ali Tatar’dan dinleyelim.

Yüzbaşı ve arkadaşların bulunduğu yere vardık. Atlarını bir kerpiç çukurunun içine çekmişler, bekliyorlardı. Yüzbaşımın atının sağrılarının kana batmış olduğu dikkatimi çekti. Bombanın atıldığı sırada Yüzbaşının elleri de yaralanmış.

“Gazlı bez, pamuk var mı? Hemen şu ellerimdeki yaraları sar” dedi. Gerçekten elleri kan içindeydi. O ana kadar ellerinin yara aldığını bildirmemişti. Kaputumun cebinde gazlı bez ve pamuk taşırdım. Derhal çıkardım. Ellerini sardım. Yüzbaşı Şerafettin Bey oldukça serinkanlıydı. Aldırış etmez görünüyordu. Yaralarını sardıktan sonra bizleri tekrar çevresine topladı:

“Kaputları şöyle çekin bakalım” dedi. Söylediklerini yaptık. Bu arada bir ışık yakıldı. Yüzbaşı cebinden kağıt kalem çıkardı. Kısa bir mektup yazdı, mühürledi. Sonra tabancasını çıkardı ve tabancasına iki tane işaret mermisi soktu. Bir el Bornova, bir el de Menemen tarafına doğru attı. Biraz sonra bulunduğumuz yere bir Süvari çıkıp geldi. Yazdığı mektubu gelen süvariye verdi. Süvari mektubu alır almaz oradan uzaklaştı.

Mustafa Kemal ve yanındaki paşalar İzmir’e bayrakların asılışını Belkahve’den izliyordu. İşte yine Yüzbaşı Şerafettin Bey başımızda olduğu halde Belkahve’de Mustafa Kemal ve diğer paşaların karşısındayız. Mustafa Kemal Paşa bizi görünce oturduğu yerden gülerek ayağa kalktı. Yüzbaşımız Şerafettin Bey’i kucaklayarak öptü; sonra da tek tek bizlerin elini sıktı, daha sonra:

“Arkadaşlar büyük bir iş başardınız. Türk milleti bu büyük hizmeti ve fedakarlığı hiçbir zaman unutmayacaktır” dedi.

Yüzbaşımız Şerafettin Bey’e dönerek şunları söyledi:

“Benim aslan Şerefim. Bugüne kadar verdiğim bütün görevleri en iyi şekilde eksiksiz yaptın ve başardın. Seninle gurur duyuyorum”

Bu sözlerden sonra oradaki öbür paşalar da Şerafettin Bey’i ve bizi tebrik ettiler.”

Pekiyi ne oldu sonta bu kahramanlara?

Kaç kişi biliyor bu hikayeyi?

Aldığı kurşun ve şarapnel yaralarıyla rahatsızlanan, yokluk çektiği halde ne devlet ne de başkasından aman dilenmeden onuruyla ölüme yürüyen Şerafeddin İzmir ve silah arkadaşlarının isimleri neden anılmaz?

Ölümünden sonra müzeye verilmek üzere eşinin vilayete teslim ettiği üçüncü kılıcın kaybolduğunu ve bugüne kadar bulunamadığını da sözlerimize ekleyelim.

Bugünlerimizi borçlu olduğumuz bu değerli insanlar neden anlatılmıyor, anılmıyor, neden resimleri, portreleri heykelleri yok?

Bunu belki de Mustafa Kemal Paşa’nın ismini anmadan Çanakkale savaşını gökten inen evliyaların kazandığını anlatan kimselere sormalı.

Gerçek tarihimizi yetişen kuşaklara anlatmaya devam edeceğiz.

Bıkmadan, usanmadan.

Ruhları Şad olsun!

 

Bu konuda en büyük araştırmaları yaparak halkımızı aydınlatan, her gittiği yerde bu hikayeleri anlatan, konuyla ilgili sayısız makale ve kitap yazan Prof Dr Kemal Arı’ya sonsuz şükranlarımızla…

 

Screen Shot 2020-08-04 at 3.38.31 PM

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir Yanıt

  1. Büyük keyif aldım. Bugünlerde, keşke Yunan kazansaydı diyen şerefsizler sonsuza dek yok olsun. Ülkemden ve bu evrenden.
    Teşekkür ederim.
    Ersin Erkan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir