Ara
Close this search box.

Devlet Adamı

Dolmabahçe açıklarında İngiliz zırhlıları toplarını saraya doğru çevirmiş bekliyorlardı. Türk’ün bayrağı yoktu hiç bir yerde. Her yer İngiliz, Yunan, İtalyan ve Fransız bayraklarıyla süslenmişti.

4 Şubat 1919 tarihinde Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat, Mustafa Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde bir görüşme yaparlar. Tam sorularını bitirip veda etmek üzere ayağa kalkarken Mustafa Kemal “sorularınız bitti mi” diye sorar.

Bitti cevabını alınca “bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur şeklinde bir soru sormanızı beklerdim” der.

Refii Cevat şaşırır, “af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım” der.

Paşa çakmak gözlerini devirir, “siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim” der.

 

O zamanlar inanılmaz ve imkansız görünen ancak tüm söylemlerini gerçekleştiren Atatürk’ün analiz ettiği dış politika harfiyen doğrudur. Dinamiktir, gözü pek, ataktır ama maceracı değildir. “Biz kendimizi bilen kimseleriz, olmayacak isteklerimiz yoktur” diyen Atatürk gerçekçidir. Dış politika hedeflerimizi ulusal gücümüzle sınırlı tutmuştur. Diyaloglara her zaman açık kalmış, çok iyi bildiği tarihten dersler çıkartarak gelecek için çok doğru öngörülerde bulunmuştur. II. Dünya Savaşı’nın çıkacağını, böyle bir savaşın sonuçlarını tahmin etmiş, “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle savaşı hayatî zorunluluk olmadıkça reddetmiştir.

Mudanya’da anlaşma imzalanırken iki manga askere üzerinde kan lekesi, yırtığı, söküğü olmayan üniforma, ayaklarına bir örnek bot bulamayan, Lozan’a giderken giyecek bir takım elbisesi olmayanların kurduğu bu Cumhuriyet’in hikayeleri bitmez.

Lozan imzalandı.

Bir yandan enkaz halindeki ülkeyi eğitimden adalete, ziraatten sanayiye kadar inşa etmeye çalışan Türkiye, komşularla ve ülkelerle dostluk nasıl olurun dersini de vermeye başlamıştı.

Hemen Lozan sonrası Polonya, ABD hemen ardından ise 1934’de Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ile Balkan Antantı imzaladı. Bunu Yugoslavya, Bulgaristan ile İran, Irak ve Afganistan’la İran’da Sadabat Paktı takip etti.

Bitmedi.

Türkiye Arnavutluk, Macaristan, İsveç, İspanya, Çekoslavakya, Estonya,

Finlandiya, İsviçre, Litvanya, İrlanda, Norveç, Şili, Uruguay, Almanya, Sırp-Hırvat-Sloven Dostluk Antlaşması, Türk-Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması ve İngiltere ile anlaşmalar yaptı. Hem de bütün bunları Avrupa’nın, Sovyet Rusya’nın Amerika’nın baskılarına boyun eğmeden, onurlu bir şekilde yaptı.

 

Devlet Adamı Kimdir?

 

Bu yazımızda size “devlet adamı kime denir” başlığına yakışan bazı anılar anlatayım, sizler de keyifle okuyun.

“İlk hedefiniz Akdenizdir” emriyle bir imkansızı daha başararak yıkılmaz denilen cepheleri 6 saatte yok eden Türk ordusunun başında Mustafa Kemal Paşa 10 gün sonra İzmir’deyiz der.

9 gün sonra İzmir’e girdiklerinde “çocuk, n’apalım, düşman bizi yanılttı” diyen Atatürk’ü ilk ziyaret eden İngiliz Donanma Komutanıdır. Gazi önce misafirperverlik gösterir. Amiral, kendi vatandaşları ile azınlıkların durumlarını küstah bir şekilde sormaya başlayınca Paşa’nın yüzündeki gülümseme kaybolur, kaşları çatılır ve çakmak gözlerinden ateş çıkmaya başlar. Amiralın tehditle karışık sözünü bıçak gibi keser ve “şu efendi devlet rolünü bir kenara koyunuz Amiral! Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç işleridir; kimsenin bu işlere karışmasına müsaade etmem” der.

Screen Shot 2020-05-04 at 3.09.58 PM

O güne kadar yabancıların kendileri karşısında ezilip, büzülüp ses çıkaramamalarına alışkın olan Amiral şaşkınlıkla “Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz” deyiverir.

Ortalık buz gibi olmuştur.

Çakmak gözlü derin bir nefes alır ve “arkaladığınız Yunan Ordusu’nun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız. Türk Ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı da boşaltacak güçtedir. Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum” der!

Mustafa Kemal Paşa’nın cümleleri, art arda Osmanlı tokatları gibi yüzünde şakladıkça Amiral ne yapacağını şaşırır ve “siz İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz” diye sorar.

Paşa gözlerini devirir, soğuk, sert ve son derece etkili bir şekilde bu tarihi yanıtı verir.

“Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması’nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık… Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Bizim gözümüzde “Barış antlaşması yapmamış” iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal kara sularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum”!

Herkes son derece endişelidir. Çakmak gözlü derhal resmi bir ihtarname çektirir ve donanmaya 24 saat mühlet verir.

Salih Bozok, kapıdan büyük havalarla giren, sonra oturduğu koltukta küçüldükçe küçülen, özür dileyerek, eğilip, selam vererek ayrılan Amiral ve bu hikayenin gerisini şöyle anlatır.

“Paşa kendisinden son derece emindi ancak bizler yine de endişeliydik.Verilen süre sona erdiğinde, büyük İngiliz donanmasının uzaklaşmasını seyrettik”.

Bozok dönüp Mustafa Kemal’e bakar ve bir kez daha hayranlık ve şaşkınlıkla izler. Paşa donanmanın gidişini izlemez bile. O çoktan daha sonra neler yapacağının planlarını yapmaktadır.

 

Hikayeler devam eder.

 

Yıl 1935. Sovyet devriminin yıldönümü. Atatürk’e Stalin’in radyo’da son derece sivri, anlamsız ve onur kırıcı bir demeç verdiği haberi gelir. Atatürk haberi okur. Stalin konuşmasının bir bölümünde şöyle demiştir. “Herkes bilsin ki, Rus milleti; Boğazlar ve Ardahan’ı ele geçirme arzusundan asla vazgeçmeyecektir. Çok yakın bir zamanda bu davamızı halletmiş olacağımızı müjdeliyorum.”

Screen Shot 2020-05-04 at 3.10.04 PM

Aynı gece Sovyet Büyükelçiliği’nde de ihtilalin yıldönümü kutlanmaktadır ancak saat gece yarısına yakındır.

Kaşları çatılmıştır Çakmak gözlünün.

Seslenir, “arabayı hazırlayın gidiyoruz’.

“Aman Paşa Hazretleri nasıl olur? Protokolsüz mü? Siz devlet başkanısınız, protokolsüz nasıl gidersiniz?

“Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk. Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun. Hazırlayın arabaları”.

Ulu önderimiz ve arabalar hazırlanır. Gazi ve ekibi Sovyet elçiliğinin kapısına dayanır. Yüzü asık bir şekilde yukarı çıkar, elçilikte balo devam etmektedir.

Gazi kendisini karşılayan ve aslında çok sevdiği dost olduğu büyükelçi Karahan’ı görünce, “Merhaba Karahan.” der ve sert bir şekilde söze devam eder: “Ajanstan öğrendiğime göre Başkanınız Stalin, Ardahan ile Boğazlar’ı istemiş, kararı katiymiş. Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış. Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş. Tabii bu konuşmanın bir kopyası sende vardır. Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım.”

Gazi metnin o kısmını kelime kelime tercüme ettirir. Konuşma ajanstan geçen metin ile aynıdır

Gazi sorar: “Karahan, elçiliğin telsizinden derhal Stalin’i bulduracaksın. Başkanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim. Bu cevap bu gece gelecek çünkü benim senin Başkanının kararından daha önemli bir kararım var. İstediğim cevabı almadan elçiliğinizden dışarı adım atmam. Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim.”

Karahan çaresizlik içinde telsizin başına koşar ve Gazi’nin söylediklerini aynen nakleder.

Stalin’den cevap gecikmez.

“Stalin sürçü lisan eylemiştir. Boğazlar ile Ardahan’ı almak gibi bir arzusu kesinlikle yoktur.”

Gazi cevabı okuduktan sonra Rus Büyükelçisi Karahan’a hitaben: “Karahan seni geri çağırırlar ve yaşatmazlar. Uzun süredir tanışıyoruz, istersen bize iltica et.”

Karahan bu teklife olumsuz cevap verir ve cevabı telgraftan hemen sonra bir telgrafla geri çağırıldığını hatırlatarak: “Teşekkür ederim. Sizi tanımış olmam bile yeterlidir. Memleketinizdeki görevim sona eriyor. Yarın hareket edeceğim.”

Gazi fazla ısrar etmez ve Çankaya’ya geri döner. On gün sonra şöyle bir haber gelir. SSCB’nin eski Ankara Büyükelçisi Karahan fırında yakılmak suretiyle idam edilmiştir.

 

Yazımı en çok sevdiğim iki hikayeyle sonlandıracağım.

 

Atatürk Cumhuriyet’in ilanıyla beraber, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra hiç bir zaman askeri üniformasını giymemiştir. Tek bir adet fotoğrafı bile yoktur.

Tek bir gün hariç!

Screen Shot 2017-08-01 at 10.11.44 AM

İtalyan Büyükelçisi iki delegeyle beraber Çankaya’ya gelir. Randevu saatinde Atatürk’ün huzuruna kabul edilirler. Büyükelçi yanında delegelerle beraber diplomatik geleneklerden uzak, daha doğru dürüst hatır bile sormadan direk olarak konuya girer. İstiklal mücadelemiz sonrası İtalya’nın vaz geçmek zorunda kaldığı Akdeniz vilayetlerimize tekrar göz diktiklerini açıkça belli ederek, daha geniş kapsamlı yeni bir görüşme talep eder ve bu görüşmeye ne zaman hazır olacağımızı sorar.

Atatürk gayet soğukkanlıdır. “Öncelikle kusuruma bakmayınız” der. “Size daha bir ikramda bile bulunmadım”. Yaverine seslenir ve misafirlere “lütfen istirahat buyurunuz ve bana 5 dakika kadar müsade ediniz. Sizler kahvelerinizi içene kadar hemen döneceğim” der ve odadan çıkar.

Çakmak gözlü kısa bir süre sonra geri döner ancak Büyükelçi ve delegeler şaşkındır. Çünkü Atatürk Mareşal üniformasını giymiştir. Yaverine döner ve “bana derhal Fevzi Paşa’yı bağlayın” der. Misafirlerin şaşkın bakışları arasında telefonu eline alır ve “Paşa, İtalyanlar gelmiş, bize ait topraklarımızı almak istiyorlarmış, hazır olup olmadığımızı soruyorlar, hazır mıyız”?

Cevabı aldıktan sonra telefonu sert bir şekilde kapatır, misafirlere döner ve “biz hazırız, ne zaman istiyorsanız o zaman gelin, çıkabilirsiniz” der.

Konu bir daha hiç açılmamıştır.

Ve en sevdiğim hikayesini de sona sakladım.

 

Yugoslavya Kralı Alexander Atatürk’ü ziyarete gelmiştir. Atatürk kralı karşılar, yemekler yenir, sohbetler edilir ve bu samimi hava içerisinde Kral Alexander Atatürk’e “size bir sırrımı söyleyeceğim” der. Atatürk de, çevresindekiler de merak ederler. Misafir odasında koltuklara otururlar ve Kral konuşmaya başlar. Azizim, bizler sizi ve Türk Milletini gerçekten çok seviyoruz. İnanır mısınız, Avrupa devletlerinin vaadlerine inanmış olsaydık, Yunanlıların yerine Anadolu’ya biz çıkacaktık, çünkü ilk önce bize sormuşlardı.

Atatürk gülerek “öncelikle kadirşinaslığınızdan dolayı müteşekkiriz Kral Hazretleri” der.

Sonra devam eder, “bu arada sizi Allah korumuş, büyük geçmiş olsun”!

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

2 yanıt

  1. İnsanlık tarihinin, sayılı dahilerinden, asker ve devlet adamlarından biri olan ve ne mutlu ki Türk Milletine nasip olan Atatürk’ümüze hayran olmamak elde değil. Ancak hayranlık dışında öğretilerini mutlaka bilimsel ve tarihi gerçekler önünde incelemeli, anlamalı ve takipçisi olmalıyız. O’na olan sevgimizi ezberle putlaştırmak yerine, O’nu anlayarak çalışarak ve ülkemize hizmet ederek yüceltmeliyiz. O’nu daima saygı ve rahmetle anıyorum.

  2. Böyle bir kahraman bir daha ne türkiyeye nede dünyaya gelir. Eğer dünyada atatürk gibi kahraman ruhlu 3 _5 tane adam olsa dünya şimdi bulunduğu durumda olmazdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir