Ara
Close this search box.

Daha Lozan imzalanmadan koskoca ülke bir şantiye alanı gibiydi.

Screen Shot 2018-03-04 at 6.45.50 PM

Daha Lozan imzalanmadan koskoca ülke bir şantiye alanı gibiydi.

Yollar, köprüler, barajlar, sulama kanalları, hastahaneler, okullar yapılıyordu.

Sınavı başarıyla geçerek yurt dışında burslu okumak için gidecek ilk 750 kişilik öğrenci listesini tek, tek incelemiş, kimin nerede okuması gerektiği konusunda isimlerin yanına notlar almıştı.

Yurt dışından konusunda uzman kimselerle irtibata geçmişti.

Hani şimdilerde futbolcular transfer ediliyor ya, o da futbolcu gibi dönemin en önemli, en iyi bilim insanı ve uzman kadrolar getirtiyordu. Mimarlar, mühendisler, doktorlar, ziraat ve eğitimciler ile sanatçılar için ayrı bir liste oluşturulmuştu.

Şehircilik, alt yapı, havacılık, denizcilik için durmaksızın çalışmalar yapılıyordu.

Eğitim en önemli önceliğiydi.

%3 okuma yazma oranı olan ve yetişmiş en iyi kadrolarını Çanakkale başta olmak üzere savaşlarda şehit vererek kaybetmiş genç Cumhuriyet’in istediği hamleyi yapabilmesi için öncelik eğitimdeydi. Doktor, hemşire, mühendis veya mimardan bahsetmiyorum.

Tren kullanabilecek makinistimiz yoktu.

Hep verdiğim örnektir, at nalına çakılacak çivimiz, hayvanlar için saman yoktu.

 

Celal Bayar’a haber gönderdi.

İktisat Kongresi yapılacak ve yeni bir rota çizilecekti. Bir de banka kurmak gerekiyordu.

Bayar “onur duyarım” dedi.

O tekrar bir mesaj gönderdi Bayar’a, “yalnız bu zor bir iştir, fazlaca zamanını alacak ve dinlenmeye pek fırsatı olmayacak”.

Bayar “ben hazırım” dedi.

O tekrar “bu işleri yapabilmek için vekillikten ve diğer görevlerinden ayrılması gerekebilir, küçük, küflü bir binayı adam edip orada çalışmaya başlayacak, vekillik maaşını da alamayacak” dedi.

Bayar’dan haber geldi. “Her şart ve durumda beni nereye layik görüyorlarsa ben orada emirlerine amadeyim”.

Atatürk o keyifli zamanlarında yaptığı gibi bıyık altından güldü ve yaverine “çocuk” dedi, “ben sana demiştim”.

Domates ve narenciye satılarak kuruldu o koca tesisler.

İmece usulü çalışarak, kooparatifler kurarak, kendi şahsi parasını bu kooparatiflere yatırarak, bire bir, yüz yüze gidip kölüyle, çiftçiyle konuşarak çıktı yola.

Screen Shot 2018-03-04 at 6.46.04 PM

Genç Cumhuriyet kuruluşunun henüz 10. Yılında, GSMH (Gayri Safi Millî Hasıla) yaklaşık 500 misli büyüdü. Yani ülkede vatandaşların bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamı tam 500 misli artmıştı. 12. Yılda ise Türkiye Cumhuriyeti, dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olmuştu.

Oysa bugün nohut, kurufasülye, soğan, sarımsak, domates gibi Türkiye’nin milli saydığı ürünleri hatta hayvanların yediği samanı bile bile yurt dışından almak zorundayız. Türkiye’de nüfusun sadece %2’si köylerde yaşıyor artık.

Şehirdeki insanlar köye, köydekilerde şehire gitmek istiyorlar.

Pekiyi o kadar yoksulluğun, imkansızlığın içinde Atatürk bunu nasıl yapmış, Türkiye yeniden böyle bir hamle yapabilir mi?

Evet, yapabilir ve yapmak zorunda.

Bakın bazı örnekler verelim.

Suudi Arabistan’ın iftar açarken yediği hurmalar İsrail’den gidiyor.

İsrail çölün ortasında avuç içi kadar bir ülke. Ülke topraklarının %80’i tarıma elverişli değil. İşte bu ülkede tarıma elverişli olmayan hatta deniz seviyesinin 150 metre altında bulunan Arava çölü üzerinde kurdukları 7 çiftlikte, ülkenin sebze ve meyve ihracatının % 66’sını gerçekleştiriyorlar.

Screen Shot 2018-03-04 at 6.46.15 PM

İsrail’de kavun karpuz, şeftaliden, domates, biber, patlıcan gibi aklınıza gelebilecek hemen her sebze ve meyve yetişiyor, bunların %90’ı Avrupa ve Amerika’ya ihraç edilirken %10’u da yurt içinde tüketiliyor.

Tarım alanında yeni teknolojiler yaratarak yüksek verimlilik sağlayan İsrail, çölün ortasındaki Arava Tarım Merkezi’nde bitkilere lüks otel odası ortamı sağlanıyor.

İsrail, Ürdün sınırında çölün ortasında kurulan Arava Tarım Merkezi’nde çevrede tarım yapan Yahudi çiftçiler için Araştırma Geliştirme (Ar-Ge) çalışmaları yapılıyor. Arava’da deneme üretiminin yapıldığı seralarda, klima sistemi, bilgisayarlarla kontrol edilen sulama sistemleri bulunuyor. Yaz aylarında gündüz ortalama sıcaklığın 40 santigrad derece olduğu Ölü Deniz’in hemen yanındaki bölgede bitkilerin aşırı sıcaktan olumsuz yönde etkilenmemesi için klima çalıştırılıyor. Susuzluk ve çölleşme ile mücadele veren İsrail dış ülkelere yılda 1.5 milyar dolar değerinde tarımsal ürün ihraç ediyor. Akıllı su yönetimi kurallarını işleten İsrail, tarımsal üretimini 12 katına çıkarken, su tüketimini neredeyse sabit tutmayı başardı.

Bu ülkelerden ihraç ettiğimiz tohunları kullandığımızda yaptıkları genetik oynamalar sonucu mamüllerden tekrar tohum sağlayamıyor, tohumları yine yurt dışından satın almak zorunda kalıyoruz.

İsrail’den sonra dünyanın en büyük üretim ve ihracat merkezi olan Amerika’ya bakalım.

Screen Shot 2018-03-04 at 6.46.27 PM

Amerika’da “Kovboy” diye bir hayat şekli var.

Hükümetlere, seçimlere direk olarak etki eden, şarkıları, giyimleri, hayat tarzları ile gurur duyan, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan büyük bir kitle.

Deniz kumu gibi çöl toprağında bile ziraat yapıyor ve şaşırtıcı rakamlarda ürün yetiştiriyorlar. Ziraat ve hayvancılık için devlet tarafından planlanmaya büyük önem verilirken, bu doğrultuda üretim yapan işletmelere son derece uygun faiz ve vade koşullarıyla kredi imkanı sunuluyor. Kooparatif ve imece usulü çalışmalar çağ atlamış durumda. Vergi konusunda da tohumdan yakıta her türlü masraf ve yatırım için farklı teşvikler uygulanıyor.

A.B.D tarım ürünleri ihracatında dünyada birinci konumda.

Hollanda bizim Konya ovasından az hallice.

Ülkenin çoğunluğu sular altında.

Toprak yok. Tarım alanları deniz seviyesinin en az bir metre altında ama Hollanda ziraat konusunda o kadar başarılı ki, dünyada tarım ürünleri sıralamasında Amerika’dan sonra ikinci sırada geliyor. Avrupa’nın en küçük ve en yoğun nüfusuna sahip olan Hollanda’nın tarım alanları Türkiye yüzölçümünün yedide biri kadar ama gerçekleştirdiği tarımsal ihracat 90 milyar dolar seviyesinde.

Screen Shot 2018-03-04 at 6.46.42 PM

Bugün, tarım ve bahçe bitkileri sektöründeki işletme sayısı 65 bini aşan Hollanda’nın sadece en büyük 5 tarımsal ihracat ürününün toplam değeri 34.8 milyar Euro’yu buluyor. Hollanda, süs bitkileri ve sebze ihracatında dünya lideri, et ihracatında dünya dördüncüsü, süt ve süt ürünlerinde dünya üçüncüsü, sıvı ve katı yağ ihracatında ise dünya dördüncüsü.

Hollanda, ABD ve Fransa ile birlikte dünyanın en büyük ilk 3 tarım ihracatçısı konumunda. Bunun ardında ciddiyet var, süreklilik var, eğitim var. Planlı, programlı bir çalışma var. İnsana verilen önemi teknolojiye verilen önem, teşvik, eknoloji, kooperatifleşme, araştırma, geliştirme ve pazarlama stratejileri takip ediyor. Özellikle üniversitelerde verimlilik konusunda müthiş çalışmaları var.

Dünya’nın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan Almanlar 2. Dünya savaşından sonra yerle bir olmuş ülkelerinde kümeste tavuk bile bulamazlarken nasıl bu duruma geldi? Teknoloji’den otomomative kadar bir çok dünya markasını ellerinde bulundurdukları halde tarımda nasıl ve neden bu kadar büyükler?

Son zamanlarda sıklıkla duyulan bir iddia, Almanya başta olmak üzere emperyalist güçlerin dünya gıda kaynaklarını ele geçirmek için son derece planlı bir çalışma yaptıkları yönünde. Satın alınan şirketler ve genel tarım politikaları aslında bu dedikoduları destekliyor. Teknoloji ve marka üretiminde dünyada hatırı sayılır bir yeri olan Almanya, iki Almanya’nın birleşmesi sonrasında topraklarının yaklaşık yarısını tarıma ayırdı. Ar-Ge, teşvik ve planlı bir Alman disiplini ile çalışan devlet-üretici-üniversite üçgeni Almanya tarım üretimini konusunda da dünya devleri arasına girmeyi başardı. Bir yandan üretime önem verirken öte yandan dünyada başka üretim kaynaklarını satın almaya devam ediyor. Tarım ürünlerinin yanısıra kimya ve farma endüstrisinin, gen teknolojisinin, tarımsal ilaçlar, kimyasal gübre ve tohumlar ve hayvan yemleri ile de müthiş bir atılım içinde olan Almanya’nın bu konumu dikkatle incelenmeli.

Bu ülkelerin ortak yanları nedir?

Uluslararası büyük şirketler hesaplı ve adım adım tüm gıda ve su kaynaklarını ele geçiriyorlar. Milyarlarca insan açlık ve susuzlukla savaşıyor. Bunun farkında olan dünya devleri ar-ge’ye bütçe arıyorlar. Çiftçilik ve hayvancılık yapanlar için özel politikalar, sigorta, emeklilik, teşvik ve gübre, tohum, makina ve yakıt konularında kısa ve uzun vadeli planlarını dikkatle uyguluyorlar. Toprağın işlenmesi, kullanımı, sulama teknikleri, tohum iyileştirme ve verimlilik konularında son derece ciddi çalışmalar yapıyorlar.

Bunun sebebi son derece açık.

Geleceğin en büyük konusu su ve gıda.

Biz nasıl bu hale geldik?

Örneğin su ürünleri ve balıkçılık.

Ülkemizin her bir yanı suyla çevrilmiş olduğu halde hem üretim hem tüketim olarak olması gereken seviyelerin çok altında olan ve inanılmaz sorunlar yaşayan balıkçılık konusunu görmezden gelmeye devam edemeyiz.

Çocukluğumuz ve gençliğimizde Coğrafya derslerinde Türkiye’nin nasıl kendi kendine yeten bir ülke durumuna geldiğini okurduk. Bunu başaran Atatürk’ün elinde sihirli bir değnek yoktu. Ülkede her konuda yapılan hamlelerde öncelik insana verilen önemdi. Kadın ve gençlere yönelik eğitimdi. Adama göre iş değil işe göre adam bulmaktı. Gerekirse yurt dışından uzmanlar, eğitimciler getirerek planlı, programlı ve istikrarlı bir şekilde ilerlemekti.

Bunu en kısa zamanda tekrar gerçekleştirmek ve önemli hamleler yapabilmek için formül elimizde.

Screen Shot 2018-03-04 at 6.46.48 PM

Formulün adı Mustafa Kemal ATATÜRK’dür.

 

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

3 yanıt

  1. Yine harika bir yazı yazmışsın Kaya’cım! Ne kadar net şekilde karşılaştırıyorsun diğer ülkelerin olmayan tarım alanlarını nasıl başarı ile işlettikletini…Zevkle okudum…bravo!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir