Ara
Close this search box.

Boynumuzun Borcu

Annem bir Cumhuriyet kadını.

Yani yetişirken sadece “kimselere muhtaç olmayın, vatana ve millete hayırlı bir evlat olun” diye yetişmiş, bizleri yetiştirirken de aynı ülküler doğrultusunda hareket etmiş bir kuşağın temsilcilerinden.

Evet, bizler de bayramlarda bile “şeker ikram ederlerse teşekkür edip almayın, çok ısrar ederlerse bir tane alın, görgüsüzlük yapıp birden fazla almayın kibarca teşekkür edin” diye tembihlenerek yetişmiş bir dinazor kuşağız.

Kimselere tepeden bakmayın, yapılan yardımdan kimsenin haberi olmasın, başkalarının da canı çeker sakın sokakta bir şey yemeyin, yalan söylemeyin, çalmayın, çırpmayın, iyi olun, çalışkan olun, temiz olun, saygılı olun, örnek olun şeklinde bir çok tavsiyelerin kafamıza kazındığı bir dönemde, anne ve babaların sadece gözleriyle bakarak bizlerle iletişim kurduğu bir zamanda yetiştik. Doğru otur, beni oraya getirme, kapa çeneni, sonra konuşuruz, bu senin yanına kalmaz, sakın ha gibi bir çok emir kiplerini gözleriyle anlatabilen bir kuşaktan bahsediyorum.

Annem.  

Geceleri saymadığı için yaşı 45.

En büyük keyfi her ay sabırsızlıkla “Bütün Dünya” dergisinin yeni sayısına kavuşmak. Benden önce Ufuk Akyol kardeşimin yazısını okur. Her seferinde de “bir satırda ne kadar çok mesaj veriyor, en zor iş onun” demekten vaz geçmez. “Oğlum” der bana da, “senelerdir her ay Atatürk yazıyorsun, konu bulmakta zorlanmıyor musun”?

Bir düşünelim o halde.

Henüz çocuk yaşta ne yapacağını kafasına koymuş.

Hangi okula gidip annesini nasıl razı edeceğine kadar düşünmüş, yatılı okulda geceleri battaniyesinin altına gizlenip kitaplar okumuş.

Okuduğu kitap sayısı yaklaşık 5000.

Notlar alıp altını üstünü çizdiği resmi kayıtlı rakam ise 3997.

Haftada bir kitap okusanız senede 52 kitap eder. 10 senede 520 kitap. 20 senede 1040. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Eksik gördüğü her konuda kendisini yetiştirmeye çalışmış. Ülkenin içinde bulunduğu durumu daha o zamandan görüp bir kahin gibi olacakları hatta henüz ortada olmayan savaş sonrası, ortada olmayan ülkenin sınırlarını çizerek anlatmış.

Screen Shot 2021-02-02 at 11.19.22 PM

Ülkenin savunması için bir nefer gibi gizlice cephelere girip mücadele etmiş. Gözünden yara almış, kör olma tehlikesine rağmen görevini bırakmamış. Sıtma nöbetleri, böbrek ağrıları içinde görevine devam etmiş. Kurşun yemiş, şarapnel yemiş, kırık kaburgalarla dahi görevinin başından ayrılmamış.

Arap çöllerinde bizi arkamızdan hançerleyen Araplara karşı dimdik ayakta durmuş, koca bir orduyu yok olmaktan kurtarmış.

Liderlik vasıfları, mücadeleciliği, çalışkanlığı, doğru ve dürüstlüğü, koşulsuz özgürlük inancı ve insanları kolayca etki altına alabilmesini tehdit olarak görenler tarafından devamlı sürgün hayatı yaşamış.

Vatanı satan, kendini, sefasını ve sarayından başka bir şeyi düşünmeyen sultan ile yalakalarına karşı boynuna takılan idam fermanı ile mücadele etmiş.

heyet4

İmkansız denilenleri sırayla gerçekleştirmiş, meclis kurmuş, çeteleri, padişah ve İngiliz kuklası isyancıları püskürtmüş, asker kaçaklarının ordu sayısından fazla olduğu bir dönemde düzenli bir ordu kurarak çağın en gelişmiş teçhizat, lojistik ve imkanlarına sahip düşmanı durdurmuş.

Düşmanlarla boğuşmaktan da zor olan satılmış hainlerle mücadele etmiş.

Screen Shot 2021-02-02 at 11.19.38 PM

Bu cephelerden toz kalkmaz, on sene saldırsalar yıkılmaz denilen cepheleri Fevzi Paşa’nın “Kurt Kapanı” ismini verdiği planla darma duman etmiş, 10 gün sonra İzmir’deyiz dedikten 9 gün sonra İzmir’e girip düşmanı denize döktükten sonra “bir gün erken girdik, ne yapalım çocuk, düşman bizi yanılttı” demiş.

10,,İşgal dönemi.Yunan Subayları Polatlı yakınlarında gözetleme yapıyor.

“Kurt Kapanı isimli bu başarı muazzam, inanılmaz, tarihte eşi görülmemiş bir plan” diyenlere “yoo, Annabel’in Cannes’da uyguladığı manevranın aynısı” demiş.

Savaşın en sıcak günlerinde, Meclis’i Konya veya Kayseri’ye mi taşıyalım tartışmalarının yapıldığı bir dönemde yurt dışına öğrenci göndermiş, öğretmenler kongresi toplayarak “cehaletle savaşmak düşmanla savaşmaktan kolay değil, başarıya eğitim orduları kurarsak kavuşuruz” demiş.

Yine savaşın en sıcak günlerinde müze kurmuş, bozkırın ortasında opera binasını açmış.

Bir diktatör gibi her şey iki dudağının arasında olabilecekken o Cumhuriyet’i ilan etmiş. Halka kulluk yerine vatandaşlık bilinci aşılamış.

Screen Shot 2021-02-02 at 11.19.43 PM

Okuma yazma oranı %3 olan bir ülkeyi eğitim seferberliği ile kalkındırmış. Osmanlı’dan önce Türklerin var olduğunu bile bilmeyen halka tarihini, kültürünü, dilini öğretmiş.

Din istismarcılarına, dini kullanan sahtekar yobazlara karşı okuyup anlamaları için din kitaplarını Türkçe yazdırmış.

Din ve devlet işlerini ayırmış, “bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin” demiş.

Screen Shot 2021-02-02 at 11.19.58 PM

At nalına çakacak çivisi olmayan bir ülkeyi on senede dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri durumuna getirmiş, makinisti olmayan bir ülkede otomotiv, uçak sanayi kurmuş, kurduğu fabrikalar için “her fabrika bir kale” demiş ve bu fabrikaları bir eğitim yuvası olarak planlamış.

Screen Shot 2021-02-02 at 11.24.39 PM

Korumalar ordusu ile gezmeden, sefahat içinde saraylarda yaşamadan, israfdan uzak, mütevazı, halkı ile iç içe, omuz omuza yaşamış. İşçilerle oturup soğan ekmek yemiş, balıkçılarla kasaları ters çevirip oturup çaylarını içmiş, 45 yaşından sonra yüzme öğrenmiş, halkıyla beraber denizde yüzmüş, gençlerle kürek çekmiş, bulunduğu yerde askerler ve hizmetliler yemeklerini bitirmeden ağzına bir lokma ekmek koymamış.

Ataturk kurek

Kendi evlatlıkları, yakınları, kızları, damatları için bile kesinlikle iltimas yapmamış, hatta şahsi olarak geçinemediği ya da onu eleştiren kimseler bile olsa liyakata önem vermiş, çalmamış, çırpmamış, kendisini halkına adamış.

Günler, geceler süren savaşlarda bile her zaman temiz, itinalı, traşlı bir masal kahramanı gibi, cephede, en ön saflarda, askerine örnek olmuş. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bir daha askeri üniformasını giymemiş. Sivil hayatta da son derece yakışıklı, karizmatik, her zaman muhteşem giyinen bir lider olmuş.

yemek1

Kadının adı yokken o eski Türk geleneklerinden, kadına verilen önemden bahsetmiş, Almanya, İtalya, Fransa, İsviçre gibi ülkelerde bile yokken, o kadına seçme ve seçilme hakkı vermiş. Medeni kanunu, ceza kanunu, adaleti getirmiş.

Kimsesiz çocuklara kucak açmış, evlat edinmiş, imkanlar sağlamış, engelli kelimesinin bilinmediği zamanlarda o engelliler için dernek kurdurup yardım elini uzatmış. Henüz ülke kurulmadan, yeni açılan mecliste bile dağlardan ormanlardan, tabiatın, ağaçların suyun öneminden bahsetmiş. Kesilen bir İğde ağacı için göz yaşı dökmüş, ağaç kesmemek için evi ray sistemi ile temelinden hareket ettirerek uzağa taşımış. Doğayı sevdiği gibi hayvanları sevmiş. Kedileri, köpekleri hiç eksik olmamış. En çok da atları sevmiş.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ordusu, istilalar yapmak, saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır demiş.

En azılı düşmanları tarafından Nobel Barış ödülüne layik görülmüş, emperyalist güçlerin esareti altındaki ülkelere ümit olmuş, “ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş cinayettir” diyerek tüm dünya ülkeleri güzel ilişkiler kurmuş, barış anlaşmaları yapmıştır.

Rahmetli Mete Akyol Üstad’ımın söylediği ve kafamdan hiç bir zaman çıkmayan o güzel ifadesiyle tamamlayalım.

500’den fazla sanatkar, düşünür ve ilim adamlarının, 300’den fazla yıl uğraşarak gerçekleştirdikleri Rönesans’ı, tek başına 10 seneden kısa bir zaman diliminde gerçekleştiren bir liderdir.

Hayallerine değil, yaptıklarına bile yetişemediğimiz böyle bir lideri anlatmak boynumuzun borcu değil mi?

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir Yanıt

  1. Severek okudum, çok teşekkürler , siz hep yazmaya devam edin . Umarım daha sonra bir kitapta toplarsınız.
    Yurt dışında doğan , Türkçe kitap okumakta zorluk çeken çocuklarımız için, İngilizce olarak da yayınlansa ne iyi olurdu .
    Kaleminize sağlık .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir