Ara
Close this search box.

Bir Rauf Denktaş Hatırası

Çok gençtim, bir yandan çalışıyor, bir yandan da okuluma devam ediyordum. Rahmetli Denktaş geldi.

Görev verdiler, koşarak gittim.

Amerika’da Kıbrıs Türklerini dernek çatısı altında toplayan iki yılmaz cengaver adını burada yaşayan herkes bilir.

Biri rahmetli olan Mehmet Hasan, diğeri de sağlıklı, uzun ömürler dilediğim sevgili ağabeyim Ali Sencer.

 

Kapıda şimdi rahmetli olan Mehmet Hasan ağbime rastladım.

Bir telaş kolumdan yakaladı, “Gayaa, sen gitçen Denktaş ile”.

Kıbrıslı olduğu için soru eki yok. Gideceksin diye tebligat mı yapıyor, soru mu soruyor anlaşılmaz. Çince gibi cümlenin bitişinde sesin durumuna göre anlamanız gerekiyor. Ben risk alıp soru sorduğuna karar verdim ve “evet ağbi ben gidiyorum” dedim.

“Güzel” dedi ben de bir nefes aldım, demek soruyormuş.

“Bak şimdi, adama gelirler devamlı soru sorarlar, sinirlendirirler anadınn, kimseyi sokma yanına, tez işimiz var de, bu çeşit gonuş anadınn, hemen gidip gelin”.

“Tamam ağbi, merak etme sen” dedim.

 

BM Milli Güvenlik Kurulu öncesi bir görüşme var ancak özel bir görüşme, basına kapalı. 46. Sokak 1. Cadde’den karşıya geçtik ve Birleşmiş Milletler güvenlik kapısına doğru yürümeye başladık. Hoplaya, zıplaya Mehmet Ali Birand geldi ama Denktaş hiç yüz vermedi, selamlayıp devam ettik.

Birand yanında bir kaç kişiyle beraber Basın Kapısı’na yöneldiler, biz delegasyon güvenlik girişine.

“Efendim Mehmet Ali Birand ile bu soros Karen Fogg hikayesi doğru mu” diye sordum.

Gülümsedi, “doğrudur” dedi.

“Nasıl oldu efendim” dedim gülmemi zor tutarak.

O kendine has güzel uslübü ile cevapladı.

“Sordu bana ki Sayın Denktaş bize soroscu çocukları dersiniz, bu sanki afedersin o.ç gibi gelir kulaklarıma, zoruma gider, annadın?”

“Evet anladım, siz ne dediniz?”

“Dedim, doğrudur, zaten öyle diyemediğim için sorosçu çocukları derim, tebrik ederim annamışsın”!

Bu soros hayallerinin temsilcisi olan Karen Fogg 1999-2002 yıllarını arasında Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi sıfatıyla Ankara’da görev yaptı. 2002 yılında Türkiye’nin iç politikasını yönlendirmek ve AB dayatmalarını kabullendirmek ve bir kamuoyu oluşturmak üzere bir grup gazeteciyle işbirliği yaptığının ortaya çıkması üzerine Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Bu gazetecilerin elebaşları da Mehmet Ali Birand, Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Metin Münir, Mehmet Altan, Murat Yetkin, Cüneyt Ülsever, Ahmet Sever ve Oral Çalışlar başta olmak üzere bir yarım düzine daha isimden oluşmaktaydı.

Denktaş haklı çıktı.

Birand bile “AB bizi kandırdı” dedi. Demesine dedi ancak yine de dans etmeye devam etti.

Yabancılar yapılan kötülüğü, Türkler yapılan iyiliği unutmazlarmış.

Kıbrıs’da neler çekildiğini ne anavatan ne de yavru vatan hatırlamıyor maalesef.

EOKA’yı bilmiyorlar mesela.

Yani 1950’li yılında Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması için Georgios Grivas kurduğu silahlı “Millî Mücadele Örgütü”.

Bunu daha sonra devralan Başkan ve Başpiskopos III. Makarios ile Nikos Simpson’un ‘un Kıbrıs’ta Türklerin adayı terk etmelerini hedefleyen yöntemlerini bilmezler, bilselerde umurlarında olmaz.

Sonrasında Makarios’u bile hedef alan EOKA yapılanmasını, 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan askerî cuntası lideri Dimitri İyonidas’ın emri ile Nikos Sampson’un Türkleri nasıl katlettiğini unutmuşlardır.

c5c3de82e3d639ae96e8025e3fad4763

Küvetin içinde bir anne, kucağında 3 çocuk.

3 Rum örgütçü.

Anne ve iki çocuğun üzerinden çıkan tam 33 mermi.

Annesinin kurtarmak için kendi vücudunu siper ettiği ancak can veren annesinin bedeni altında boğularak can veren 10 aylık bebeği unutmuşlardır.

Anaların çocuklarına sarılı kimi diri diri, kimi, genç, yaşlı kurşuna dizilip toplu mezarlara gömülmelerini de unutmuşlardır.

 

Önce anavatan bozuldu.

Sonra bozulan anavatan’dan yavru vatana göçenler orayı da bozdular.

Bırakın stratejik önemi, vatan toprağını, onurlu bir özgürlüğü filan.

Onlar eskide kalmış artık.

Fazıl Küçük ve Denktaş’ın kemikleri sızlıyordur mutlaka.

rauf-raif-denktas1267814263

Kıssadan hisse bir hikaye ile bitirelim.

Abdülaziz’in 1867’deki Paris seyahatinde III. Napolyon, Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Keçecizade Fuat Paşa ile sohbet ederken, Girit meselesine bir çare bulmak için paşaya, Girit’in Yunanistan’a satılmasını teklif eder ve adaya karşılık ne kadar para isteyebileceğini sorar!.. Paşa, şu zarif cevabı verir:

Aldığımız fiyata veririz, haşmetmeap!

Girit 30.000 şehit kanıyla alınmıştır.

 

Kaya Boztepe

13 Ocak 2017

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

3 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir