Ara
Close this search box.

Ben Ne Yapabilirim ki?

Atatürk Türkiyesi’nin İstanbul Beyefendisi

Ümmetçi bir hayat tarzından milliyetçi bir anlayışa geçmek, Padişah’a kulluk eden bir toplumdan çağdaş vatandaşlık bilinci yaratmak kolay olmamıştır. Hemen her hareketinin arkasında bir plan, bir hesap olan, her zaman bir kaç hamle sonrasını düşünen Mustafa Kemal Atatürk’ü ilk eğitim kurultayını toplayarak “cehaletle mücadele düşmanla mücadeleden daha az őnemli değildir” derken henüz Sakarya Meydan Savaşı yapılmamıştı.

Lozan’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Temsilcileri karşılarında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya ve Yugoslavya ile mücadele ediyorlardı. Genç Cumhuriyet hastalıklarla boğuşuyordu. Beslenme ve temizlik en önemli sorunlardı.

Yoktan var edilen Cumhuriyet ve enkaz halindeki ülke yine yokluklara rağmen baştan inşa ediliyordu. Sanat, kültür, sağlık, eğitim, tarım, sanayi, ticaret, ekonomi, spor, ulaşım gibi aklınıza gelebilecek her konuda çalışmalar yapılmaya başlanmıştı. Cumhuriyet’in özellikle ilk 10 yılında ulaşılan başarılar ve mucizevi yükseliş hala inanılması zor bir masal gibidir. Yurtdışına eğitim için gönderilen çocuklar, konservatuar, opera ve tiyatro çalışmaları, radyo, ilk kurulan fabrikalar, yapılan yollar, köprüler, okullar, hastaneler, çiftlik ve kooparatifler, dış ilişkiler, bankacılık ve henüz bugün bile geçilemeyen büyüme hızı ile “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dediğimiz demiryolları hayallerin gerçeğe dönüşmesidir. Bölgemizde bulunan ve çok zengin milli kaynakları bulunan müslüman ülkelerle Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kıyasladığımızda aradaki bariz farkı görebiliyorsak bunu en başta Mustafa Kemal Atatürk ve “önce vatan” diye o kuşaklara borçluyuz.

Mustafa Kemal Atatürk, Peygamberin özellikle bu söylemini çok sever ve her gittiği yerde tekrar ederdi. “İlim Çin’de olsa ona talip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır”. İşte bu hadis űzerinden bir bakalım şimdi.

Bugün Hristiyan dünyasında okuma yazma oranı yüzde 89, 15 ülkede ise yűzde 100.

Yüzde yüz okur yazar olan Müslüman ülke sayısı “sıfır”.

Her iki yılda bir “Türkiye’yi Anlama Kılavuzu” adı altında araştırma yapan bir firma var.

Türkiye’nin 7 değişik bölgesinden 14 yaş űstű yaklaşık 16,000 kişiyle yapılan bu araştırmada en çok sevdiğim şey televizyon izlemek diyenlerin oranı % 84!

Bunların % 77’si yerli dizi izlerken yarıya yakını ne çıkarsa onu izlerim diyor.

Hiç yurt dışına tatil yapmadım diyenler, sıkı durun: % 94. Hiç yurt içinde tatil yapmadım diyenler ise % 45!

Kurtuluş mücadelesi sonunda Ankara gibi bir bozkırda orman çiftliği kuran, yol, elektirik, su, köprü, iğne, iplik yokken, doktor, mühendis, hemşire, öğretmen, meslek sahibi yokken, okuma yazma oranın % 3’lerde süründüğü bir ülkede Devlet Opera ve Balesi’nin kurulması çalışmalarını başlatan, yurt dışına yűksek öğrenim görmeleri için bizzat, tek, tek tespit edip öğrenci gönderen Atatürk’ün ruhu şad olsun.

Opera ve Bale’ye hiç gitmedim diyenlerin oranı % 96! Yazı ile yűzde doksan altı.

Hiç tiyatro gőrmedim diyen bir % 80 nüfus var.

Hayatında hiç konsere gitmemiş % 73, hiç SÍNEMAYA gitmemişlerin oranı ise % 56.

Nűfusun yarıya yakını hiç kitap okumuyor, müzik ve radyo dinlemiyor, gazete okumuyor! İnternet’de sörf yapmanın ne olduğunu bilmeyenlerin oranı % 68.

Araştırmaya katılan kadın ve erkekler gereğinde kadına tokat atılmasının önemine inanıyorlar.

Öğrenciler türban taksın, ben dinin gereklerini yerine getiriyorum diyenlerin oranı % 71.

Kadınların % 60’ı dışarı çıkarken başlarını örtüyorlar, erkeklerin % 56’sı ise bunun çok önemli olduğunu dűşűnűyor.

Erkeklerin % 70’i, kadınların % 57’si çalışmak için erkeğin onayının “ŞART” olduğunu söylüyor.

% 61 medyada sansürün ve internet’i kapatmanın normal olduğunu söylüyor. Vesikalık hariç hiç fotoğraf çektirmemiş bir % 56’ı var bu ülkede.

İlk matbaa M.S. 593’te Çin’de kurulmuş, ilk basılı gazete de M.S. 700’de Pekin’de çıkmış. Avrupa 1430’da kitap basmaya başlamış. Osmanlı’da ilk baskı tarihi Ibrahim Müteferrika, 1729. Bizler daha kitabı duyana kadar Avrupa beş milyar kitap satmış. Voltaire’in lafı çok ilginç: “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!”

Lütfen bakın etrafınıza kaç kitap okuyan var bugűn? Hun Devletine vize kaldırıldı, ne dersiniz diye soran sunucuya “Oh ne güzel ben Hun’da denize girmeyi çok severim, kesin gideriz” diyen bir kesim var bugűn.

Mısır Piramitlerini gelen turistler gümrükten kaçırmış diyen sunucuya “Yani bu kaçakçılık kötü bir şey” diye cevap veriyor genç kadın. En üzüldüğüm ve şaşırdığım ise seçimlerden őnce “bu seçimlerde kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verilecekmiş ne dersiniz” diyen sunucuya “Eh zamanı geldi” şeklinde cevap veren bayanlar! Atatürk kadına bu hakkı sağlarken Fransa, İtalya, İsviçre gibi ülkelerde kadının bőyle bir hakkı yoktu!

İslam Konferansı Örgütü üyesi ülkelerin toplamının sahip olduğu üniversite sayısı 500’e yakın.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üniversite sayısı 19,000 kűsur. (lise üstü teknik, 2 ve 4 senelik okullar, 2011 senesi rakamları) Hristiyan dűnyasının %70’e yakını teknik okul veya üniversite mezunu. Buna karşılık sadece %2 Müslüman üniversite mezunu.

1.8 gibi baş döndürücü bir hızla üreyen Müslüman dünyasının nüfusu 2 milyardan fazla.

Amerika ve Avrupa’nın nűfusu neredeyse eşit, 300’er milyon.

Bırakın bütün Hristiyan dűnyasını sadece Amerika eğitim için Müslüman ülkelerin 2 misli değil, 3 misli degil, 5 misli degil, 10 misli hiç değil, tam 37 misli fazla bütçe ayırıyor eğitime.

“Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller ister” sőylemiyle yetişmiş olan aile büyüğümüzün hikayesiyle son verelim yazımıza.

Aile büyüklerimizle toplandık bir Pazar kahvaltısı için. “Je ne sais pas PAT KÜTT” diye sesini yükselterek seslendi bana!

O da ne demek dedim şaşkınlıkla. Kısa keyifli bir kahkaha attı, “baban” dedi. “Yűksek sesle Fransızca çalışırken benimle böyle dalga geçerdi işte, PAT KÜTT”!

“Düşünebiliyor musun lise çıkışı Galatasaray’da Orhan Veli’yi dinlerdik” dedi.

“Yıllar sonra Karadeniz’de Devletin Hazine Avukatı olarak çalışırken beni bir İstanbul Beyefendisi olarak tanıştırmıştı Vali Bey” dedi. “Őyle miyim, değil miyim bilemem ama o zamanlar Beyoğlu bir kültür merkeziydi, edebiyat hocamız Yahya Kemal Beyatlı’ydı, düşünebiliyor musun” dedi tekrar. Gőzleri dolu, nefeslendi, belli ki daha sőyleyecekleri var, hiç sesimi çıkarmadan kafamı salladım.

“Muhsin Ertuğrul, ile Hamlet, Tepebaşı Sahnesi’nde Ekrem Reşid Rey ve Cemal Reşid Rey’in yazıp bestelediği operetler, her mevsim bir Shakespeare temsiliyle açılma geleneği, Molière, Goldoni, Schiller gibi klasiklerin yanı sıra Dostoyevski, Çehoh, Bernard, Pirandello izleyerek yetişen bir nesiliz bizler, Atatürk Türkiye’si böyle bir şeydi” dedi.

“Íşte ben bunu neye borçluyum biliyor musun” diye sordu bana. Cevabımı beklemedi. Zaten sormaya niyetim de yoktu, sadece dinlemek istiyordum bu yakışıklı genç çınarı.

Gözlerinden akan yaşı saklamaya çalıştı önce. “Babanla kuzen değildik ki biz, kardeşten öteydik, kader birliği etmiş arkadaştık” dedi sesi hafif titreyerek.

Pazar kahvaltısına bile her zaman olduğu gibi son derece şık giyinmiş olarak gelmişti.

Saçlar taranmış, sinek kaydı, jilet gibi bir traş, çok iddialı gőrűnmeyen ancak son derece uyumlu spor bir takım.

Mis kokan Bembeyaz bir gömlek, kolalı mı acaba diye incelemekten alamadım kendimi.

Őzenle seçilmiş boyalı ayakkabıları, kemer ve saat kayışı da aynı şekilde uyumlu ve aynı renklerde.

Saatini babam gibi kolunun dışına degil de, içine gelecek sekilde takmıştı.

Önce o mu yoksa babam mı akıl edip de őyle takmaya başlamışlardı acaba, merak ettim ama soramadım.

Ordu şehri Boztepe’nin eteklerinde.

420 metre yükseklikteki Boztepe’ye doğru dürüst yol bile yok o zamanlar. Koç boynuzu gibi döne, döne tırmanıyorsunuz yukarıya doğru. Sadece at sırtında ya da jiple çıkabiliyorsunuz. “Bir başka seçenek daha var derdi baban” dedi.

Nedir diye sordum.

Gülümsedi. “Tabanvay” dedi!

Kar, kış, yağmur, çamur demeden köyden şehre hergün umutla yürümüş okumak için.

Babamın ona gönderdiği ve köy evinde dedemden kalan kitapları, romanları okuyarak hayaller kurmuş. Atatürk Türkiye’sinin söylemi olan tek bir isteği var, “vatana ve millet layık, hayırlı bir evlad olmak”!

“En büyük keyfimiz babanla mektuplaşmaktı” dedi.

Şehirdeki çocukların bile kar yüzünden gidemediği okuluna kan, ter içinde, karlara bata çıka sırılsıklam yarı donmuş bir şekilde gidince műdűr bakmış “işte adam olacak çocuk” demiş. O şartlarda okula giderek, gaz lambasında ders yaparak hep birinciliklerle mezun olmuş. Bu güzel rüya ancak ortaokul bitene kadar sűrműş tabii.

Sonra?

Sonrası yok.

Ordu’da lise yok.

Lise için ya büyük bir sehre gitmesi lazım ya da okul hayatına son vererek bir işe girip çalışmaya başlaması. Sıkıntı içinde babama yazmış tekrar, n’apacağım ben diye dert yanmış. “Merak etme Hilmi, ben halledeceğim” demiş babam. “İşte sana hayatımın en önemli gününü anlatacağım” dedi Hilmi Amcam.

Baban ve deden köye geldiler dedi. Boztepe’de Ocak evimizde dedem büyük amcamla konuşurken onlar da arka odanın girişine saklanmışlar. Dolabın arkasından sessizce, nefes almaya korkarak konuşulanları dinliyorlar.

“Bu çocuğu okut ağbi” demiş dedem.

İstiklal madalyalı Masmavi boncuk gözlü büyük amcam Mustafa da “gücümüz yetmez Feyzi, nasıl okutalım” diye cevap verince dedem “gönder İstanbul’a abi, bir hal çaresi bulurum ben” demiş. “Íşte hayatımın dönüm noktası, işte hayatımın en önemli anlarından biri buydu” dedi bir iç çekerek. “Bunu duyduğumda kalbim yerinden fırlayacak sandım” dedi.

“İstanbul Beyefendisi” dedi ve gülümsedi.

“Okuyabilecektim, İstanbul’a gidecektim babanın yanına, anlayabiliyor musun” dedi gőzlerimin içine bakarak hafif titreyen sesiyle. Sanki daha dün gece başına gelmiş bir olayı anlatıyordu bana.

Sessizce bakışmışlar babamla, aynı bunları bana anlatırken yaptığı gibi, göz yaşlarını saklamaya çalışarak.

Arkasına yaslandı, soğuyan çay bardağını aldı eline ve öylece durdu, konuşamadı bir süre.

Vatana ve millet layık hayırlı bir evlad olmak.

Ne güzel bir Pazar kahvaltısıydı.

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

5 yanıt

  1. Yazinin ozu vatana ve millete hayirli bir evlat olmak …peki bu kisinin kendiniz oldugunu hic dusundunuzmu?bence siz sadece hayirli bir evlat olmakla kalmiyor ulkemiz icin calisip cirpinan dogruyu gosterip insanlari aydinlatan hic yilmadan yorulmamak bunun icin mucadele eden ve en onemliside hic bir zaman pess etmeyen ulkemizin hayirli evladisiniz !!!!! Bu kadar yanlislar icinde tek dogru insan diyebilirim

  2. Tek kelime ile muhteşem,duygu seli,ülkemizin çıplak aynası.Ülkemizin kısıtlı bir nüfusunun dışında ne yazık ki bu hakiki kültürel realistik gözlem.
    50 ve 60 larda Ankara nın kültür patlaması,İstanbul’un her zamanki mozaik zarafeti.İzmir in Lavanten kültürü derken ,Anadolu yu unuttuk.
    69 yılında Amerika ya göç ettiğimizde ,5 yıl sonra Ankara mıza döneceğiz dememizin üzerinde bir yarım asır Geçti.
    California yada yaşamın politik (Ermeni) dezavantajlarının yanında,DC,NY, da yıllarca çabaladık.( Bu arada senin müthiş çalışmalarını yıllarca izledim)
    Kitabını çoşku ile okudum.
    Kucak dolusu tebrikler,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir