Ara
Close this search box.

Babalar Günü ve Fikret Can Boztepe Anısına

Burnuma gelen tereyağla karışık müthiş güzel bir omlet kokusu ve ateşten yeni çıkmış tavanın çıkardığı sesle gözlerimi açtım.

Babam, elindeki sıcak tavayı bana koklatıp gülümseyerek “haydi sabah neredeyse 9 oldu” diye seslendi. Yani çok geç olmuştu!

Çeşit, çeşit omletler, krepler yaparak insanın midesi kadar, gözünü de doyuran bir kahvaltı sofrasına uyanırdık her Pazar. Bol maydanoz içinde doğranmış küçük domatesler, biber ve yeşil zeytin. Üzerine eklenmiş nane, kekik, bol limon ve zeytinyağı. Köyden gelmiş tereyağı, tulum peynirimiz, kestane balımız ve babaannemin yaptığı, hayalini kurduğumuz incir reçelimiz. Bütün bunları tamamlayan, taze sıkılmış meyve suları ve vaz geçilmez çayımız.

Bize hazırladığı omletlerden, yemeklerden yiyemezdi kendisi.

Hem kalp, hem şeker çıkmıştı genç yaşında. Sıkı bir diyet uygulamak zorundaydı hep. “Babacım siz neden almıyorsunuz, yesenize” dediğimde, “siz yiyince ben yemiş kadar oluyorum zaten” demişti birgün. Bu lafın kıymetini o yaşlarda tam olarak anlayamamışım. Ben yiyince, o nasıl yemiş gibi oluyor ki?

Bu hikayeyi seneler sonra bir anda hatırlayıverdim. Bir iş gezisinde akşam yemek programında önüme gelen seçeneklerden birisi mantı diğeri ise hamsili pilavdı. Hem oğlum, hem kızım bu yemeklere bayıldıklarından onlar olmadan bu yemekleri yiyemezdim. Düşünürken bile boğazım düğümlendi, gözlerim doldu.

Rahmetli babamın lafı o zaman bir kez daha kulaklarımda çınladı. “Siz yiyince, ben yemiş kadar oluyorum zaten”!

Baba olmadan baba sevgisini anlayamazsınız derdi.

Bu dünyaya gözlerini açtıklarında ilk olarak benim kucağıma aldığım, göbek bağlarını kestiğim, keyifle mama yedirip, altlarını değiştirdiğim, yıkayıp saçlarını taradığım yavrularımdan hiç uzak kalmadım. Dünyada ki en büyük keyfim onları bebekken göğsümün üzerinde uyutmak, nefes alıp verirken o hırıltılarını dinleyip, minik kalplerinin çarpışını hissetmekti.

Gerçekten de baba olmadan anlayamıyormuş insan.

Amerika’dan Türkiye’ye ilk gidişimizdi. TRT’nin kurulma aşamasında geldik Ankara’ya. Annem Hacettepe’de Sosyal Pediatri bölümünde, babam da Mithat Paşa’da yeni açılan TRT’da göreve başladılar.

Screen Shot 2016-06-10 at 9.11.07 PMBir çok insan sevmezmiş Ankara’yı.

Ben çok sevdim.

O zamanlar belediyenin yaptırdığı hela taşı kılıklı tüneller filan yok.

Kuğulu Park’da kuğular, ördekler var.

Papazın Bağın’da da gözleme!

Koskoca ceviz ağaçları ile bezenmiş bir cadde, yokuş yukarı Çankaya’ya çıkıyoruz.

Evimiz de Çankaya’da.

Evimizde yaşadığım bir hatıra hayat boyu kulağıma küpe oldu.

Dedem geldi evimize.

Adam Osmanlı.

Hayatta elinde, kucağında bir çocuk, torun filan görmemişiz.

Mesafeli, sert, çok etkileyici bir havası var.

Kızınca gözlerinden ateş çıkıyor, bakamıyoruz.

Çankaya’da evimizin balkonunda babamla sohbet ediyorlar.

“Oğlum kalk üzerine bir şey al hava serin” dedi dedem.

“Yok iyiyim ben teşekkür ederim” dedi babam.

Biraz daha sohbet ettiler ve dedem tekrar “oğlum Ankara havası serttir, anlamazsın, üzerine bir şey al” dedi yine.

Babam yine geçiştirdi, konuşmaya devam ettiler.

Dedem dayanamayıp bir kez daha söyleyince “rica ederim baba, ben çocuk değilim, iyiyim, teşekkür ederim” dedi.

Dedem ses çıkarmadı, kahveler içildi sonra dedem kalkıp içeri gitti ve kız kardeşimi kucağına alarak geri balkona döndü.

Hepimiz şaşkınız. 

Dedim ya, hiç kucağında çocuk görmemişiz, en fazla elini öperiz o da başımızı okşar.

Babam atıldı hemen “aman peder bey n’apıyorsunuz, hava serin, çocuk üşür”.

Dedem bir bakış baktı ve “hastirrr oradan hergele, hava serinmiş” dedi. *           

Kaç yaşına gelirse gelsin, evlat hala evlat.

Sarılın, okşayın, sevginizi paylaşın.

Her gününüz “Babalar Günü” olsun.

* “Türküm, Doğruyum, Amerikalıyım” kitabımdan alıntıdır.

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

4 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir