Ara
Close this search box.

1918 – Ya İstiklal Ya Ölüm Kararının Verildiği Tarih

Yani İstanbul’un işgal edildiği, cepheden dönen Mustafa Kemal’in, boğaza demir atmış düşman donanmalarını gördüğünde “geldikleri gibi giderler” dediği tarih!

Önce Pera Palas daha sonra Şişli’deki evine yerleşip gizlice Anadolu’ya geçme planları yapmaya başlayan Atatürk’ün evinin perdeleri sıkıca kapalı ancak içeride ışıklar sabaha kadar açıktır. Hemen her gün bir veya birkaç ziyaretçisi vardır.

Bu ziyaretçilerin çoğunluğu Milli Mücadele’nin çekirdek kadrosunu oluşturan kişilerdir. Sakın zannetmeyin ki bu çekirdek kadronun hepsi tam bir fikir birliği içinde, ileriyi görebilen kimselerden oluşuyordu. Cumhuriyet’in baş harfini bile söylemeyi göze alabilecek kimse yoktu.

Kimler vardır bu kadroda?

İsmail Canbulat ve Ali Fethi Okyar vardır örneğin. Fethi Okyar, Atatürk’ün kendisine en yakın bulduğu ve en çok güvendiği isimlerin başında gelir. Mücadelenin en başından sonuna kadar her zaman Atatürk’ün en büyük destekçilerinden biri olmuştur. Maalesef Anadolu’ya geçemeden henüz hazırlıkların yapıldığı sırada İngilizlerin talimatıyla kukla vezir Damat Ferit Paşa tarafından tutuklanır ve işkenceleriyle meşhur Bekirağa Bölüğü’ne gönderilir. Oradan da Malta’ya sürgün edilir. Atatürk’ün zekasını kullanarak planladığı tutuklu İngilizlerle değiş-tokuş politikası sayesinde 1921 yılında sürgünden kurtularak Anadolu’ya geçen Okyar 1923 yılında Başbakan olmuştur.

İbrahim Refet Bele vardır kadroda. 19 Mayıs’da Atatürk ile beraber Samsun’a gidişi ve Amasya genelgesine imza atışı son derece önemlidir. Ancak Bele, Atatürk’ü en çok üzen ve yoran isimlerin başında gelir. Sivas Kongresini gereksiz bulmuş, kongre zamanı ortadan kaybolmuş, Amerikan mandasını desteklemiştir.

blog-ali-fethi-okyar

Ali Fethi Okyar

blog-ali-fuat-cebesoy

Ali Fuat Cebesoy

blog-huseyin-rauf-orbay

Hüseyin Rauf Orbay

Ali Fuat Cebesoy en yakın arkadaşlarından, en büyük destekçilerindendir. Anadolu’ya ilk olarak Cebesoy geçecek ve Ankara’da 20. Kolordunun başında Mustafa Kemal Paşa’yı bekleyecektir.

Hamidiye kahramanı Hüseyin Rauf Orbay, Mustafa Kemal Paşa ile yaptıkları plam gereği önce Marmara ve Ege bölgelerinde bazı örgütlenmeler yapacak sonra Amasya’ya geçerek Mustafa Kemal Paşa ile buluşacaktır.

İlk başta Erzurum’a tayinini beğenmeyen, doğuya gitmeye de pek hevesli olmayan Kazım Karabekir Paşa ile Şişli’deki evinde görüşen Atatürk, Karabekir’i Erzurum’a gitmeye ikna etmiştir. Karabekir, “gidin hazırlıklarınızı yapın yakında size katılmam kesindir” diyen Atatürk’e “Başüstüne, emirlerinizi yerine getireceğim” diyerek, Erzurum’da 15. Kolordunun başına geçmek üzere ayrılmıştır İstanbul’dan.

Erzurum Kongresinin toplanmasına büyük katkıları olan Doğu cephesinde büyük yararlıklar gösteren Karabekir Paşa, Milli Mücadele sonunda hem Cumhuriyet’in ilanı, hem halifelik ve bazı devrimler konusunda Atatürk ile ters düşmüştür.

Bu çekirdek kadro daha sonra İstanbul’dan gelerek Milli Mücadeleye katılan İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak ile son halini almıştır.

Tabii bir de yanından hiç ayrılmayan yaveri Cevat Abbas Gürer.

Nasıl düşünsün ki insanlar?
Dört bir yandan düşmanla çevrilmiş bir ülke.
Ordusu yok, silahı yok, parası yok, pulu yok!

Resmi bir yol bulamasa da Atatürk’ün Anadolu’ya geçmek için ince hesaplı detaylı planları vardı.

Erzurum Kongresi sırasında Süreyya Yiğit “Başarıya ulaştıktan sonra dahi iş bitmiyor Paşam, memleketin sonu gelmez çalışmaya ve devrimlere ihtiyacı vardır” diye söylenir.

blog-mazhar-mufit-kansu
Mazhar Müfit Kansu

Gerisini Mazhar Müfit Kansu’nun anılarından dinleyelim.

“Mazhar not defterin yanında mı?” diye sordu Paşa.

“Hayır Paşam…” dedim.

“Zahmet olacak ama. Bir merdiven inip çıkacaksın. Al gel.”

Nerede ise sabah olacaktı. Fakat onun yanında iken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir alemden ibaretti. Bundan dolayı, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim.

O, hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem memnun olur, hem de şaka yapmaktan kendisini alıkoyamazdı.

“Belleğimiz zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak…” dedi.

Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:

“Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu…” dedi.

“Buna emin olabilirsiniz Paşam.” dedik.

“Öyleyse, önce tarih koy, 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı”.

“Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet. Bunu size daha önce de bir sorunuz üzerine söylemiştim. Bu bir.

İki: Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.

Üç: Örtünmek kalkacaktır.

Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”

Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşmasıydı. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.

“Neden durakladın?”

“Darılmayın ama Paşam, sizin de hayal peşinde koşan taraflarınız var.” dedim, gülerek:

“Bunu zaman gösterir. Sen yaz…” dedi. Yazmaya devam ettim:

“Beş: Latin harfleri kabul edilecek.”

“Paşam yeter… Yeter…” dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan davranışı ile:

“Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter!” diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam davranışı ile “Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz hoşça kalın…” diyerek yanından ayrıldım.

Gerçekten gün ağarmıştı. Süreyya (Yiğit) da benimle beraber odadan çıktı. Fakat, burada ve bu anda olayların beni nasıl yalanladığını ve Mustafa Kemal’i doğruladığını, daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile susturduğunu ve utandırdığını açıklamalıyım.

Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa:

“Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum’da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti.”

Bunları söylemekle kalmadı, bir gün önemli bir ders de verdi. Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu’dan dönüyordu. Ankara’ya döndüğü anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı’nın başında birer şapka vardı. Kendisi neyse fakat, kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili durdurttu. Beni yanına çağırdı ve seslendi:

“Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçınca maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?”

Diyorlarki ya Atatürk’e resmi görev verilmiş olmasaydı, o zaman ne yapacaktı, Anadolu’ya geçemeyecekti, onu gönderen Vahdettin’dir.

Doğru, o gönderdi ama niye gönderdi? Resmi görev olmasaydı Atatürk ne yapacaktı?

O da gelecek yazımızın konusu olsun…

[vc_row padding=”small” vpadding=”small”][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”30″ margin_bottom=”20″][/vc_column][vc_column width=”3/4″][vc_column_text el_class=”blognote”]Bu yazı ilk olarak, bir Başkent Üniversitesi Kültür Yayını olan Bütün Dünya Dergi’sinin 2016 Haziran sayısında yayınlanmıştır.[/vc_column_text][/vc_column][vc_column width=”1/4″ text_align=”right” el_class=”blogbutton”][vc_button style=”alternateprimary” align=”center” title=”Dergiyi Oku” target=”_blank” href=”http://www.butundunya.com/index.php?arsiv=2016/06″][/vc_column][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”3″ margin_bottom=””][/vc_column][/vc_row]

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir