Ara
Close this search box.

1918 – Ya İstiklal Ya Ölüm Kararının Verildiği Tarih 2

Geçen ayki yazımızda “Ya İstiklal Ya Ölüm” kararının verildiği 13 Kasım 1918 tarihini anlatmıştık.

Cevat Abbas’dan dinleyelim.

“İstanbul’a geldiğimiz günü hiç unutmam. Şehrin çok hazin bir hali vardı. İstanbul, düşman donanmalarının limana girmeleri felâketinin matemini tutuyor, bu büyük matemine Atatürk’ü de ortak ediyordu. Atatürk’le ben, askerî ulaşıma ait bir köhne motor ile deniz ortasında yaslanan bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından “Geldikleri gibi giderler!” cümlesini işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum. Cevabımda

acele ettim: “Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam!” dedim. Gülümsedi, aziz başının içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma planlarını bir an için yeniden geçiriyor gibi daldı, sonra: “Bakalım!” dedi. “Bakalım” kelimesinin ardında Manastır Askeri İdadisinde başlayıp, 30 Ekim 1918’de Osmanlı’nın silahları teslim ettiği Mondros Antlaşmasına uzanan ve insan hayallerini zorlayan binlerce olasılık hesapları vardı.

Bazı kesimler Atatürk’e resmi görev verilmiş olmasaydı, o zaman ne yapacaktı, Anadolu’ya geçemeyecekti, onu gönderen Vahdettin’dir diyorlar. Doğru, o gönderdi ama niye gönderdi? Resmi görev olmasaydı Atatürk ne yapacaktı?

Çekirdek kadronun içinden önce Ali Fuat Cebesoy’la plan yaparak kendisini 20. Kolordunun başına geçmek üzere Ankara’ya uğurlayan Atatürk daha sonra Erzurum’a gitmek istemeyen Kâzım Karabekir Paşa’yı “yakında size katılmam kesindir” diyerek ikna etmiş ve planının ilk adımını oluşturmuştur.

Ülkenin dört bir yandan kuşatıldığı, düşmanların Osmanlı’yı parçalamak ve öldürücü darbeyi vurmak üzere hazırlandığı, Enver Paşa’nın bile görevini bırakıp gece yarısı gizlice bir Alman denizaltısıyla ülkeden kaçtığı bir ortamda, Mustafa Kemal Harbiye Bakanı olmak ve ordunun başına geçmek için her yolu denemiştir.

Seneler sonra Yunus Nadi Bey’le konuşmasında “Hiç bırakır mıydım bu işler böyle olsun” diyerek, eğer Ahmet İzzet Paşa kabinesinde görev almış olsaydı gerçek amacının hükümeti ve padişahı Anadolu’ya çekmek, imkanları Anadolu’ya aktarıp işgalcilere karşı barış görüşmelerini yürütürken, Anadolu’da örgütlenmeyi düşündüğünü açıkça ifade etmiştir.

Falih Rıfkı Atay, “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” kitabında onun 6 ay kadar İstanbul’da kalma sebeplerini kendi ağzından açıklamıştır. Böylesine büyük ve önemli bir kararı vermeden önce her yolu denemek, bunu kendi arkadaşlarına da göstermek, Anadolu’ya geçmeden önce İstanbul’da örgütlenmek, ince eleyip, sık dokumak!

Aslında Anadolu’da görev tam anlamıyla bir piyangodur ancak Mustafa Kemal hiç bir zaman, hiç bir işini şansa bırakan bir lider değildi.

İngilizlerin her dediklerini yapıp onları kızdırmazsa saray yaşamına devam edebileceğini düşünen Vahdettin ile Mustafa Kemal Paşa’nın tanışmaları aslında oldukça eskiye dayanıyor. Alman İmparatorunun davetine Sultan V. Mehmet (Reşat) icabet edemeyince görev Şehzade Vahdettin’e kalıyor. Enver Paşa zaten her fırsatta Atatürk’ü İstanbul’dan uzaklaştırmak istediğinden görevi ona tebliğ ediyor. Atatürk de bu görevi aslında bir fırsat görerek kabul ediyor. Nitekim Avrupa’da İmparator, veliaht ve prenslerin aktif çalışmalarını işaret eden Atatürk, Vahdettin’inin de aktif olup, görev almasını, kendisininde kurmay başkanı olarak atanmasını talep ediyor. Seyahat boyunca Atatürk Şehzade Vahdettin’in uyanması ve bazı gerçekleri görmesi için epey bir uğraş veriyor.

Görüşmeler İstanbul’da da devam ediyor.

Resmi görev olsun veya olmasın Anadolu’ya geçmeyi kafasına koymuş olan Atatürk geçiş yoluna kadar her detayı planlamış ve hazırlıklarını tamamlamıştı. Atatürk Anadolu’ya geçme planlarını uygulamaya koymadan önce Vahdettin ile birçok kez görüşmüş, onu Anadolu’ya gitmeye, orduların başına geçmesi konusunda ikna etmeye çalışmıştır.

Atatürk en son 1920 Ocak ayında bir kez daha Vahdettin’i Mazhar Müfit Bey aracılığı ile Anadolu’ya davet etmiştir.

blog-mazhar-mufit-kansu
Mazhar Müfit Kansu

Mazhar Müfit’i Kabul ederek son derece güzel karşılayan Vahdettin tatlı diliyle Mustafa Kemal Paşa ile sohbeti ne kadar özlediğini söylemiş, kendisinin İstanbul’a ne zaman teşrif edeceğini sormuştur. Elbette biz onu İngiliz hayranı Sadrazamım Damat Ferit ile beraber tuzağa düşürüp İngilizlere teslim edeceğiz diyemezdi. Atatürk’ün talimatıyla Mazhar Müfit, zat’ı şahanelerini bir kez daha Anadolu’ya hatta Bursa’ya davet eder. “Sebep” diye soran Padişah’a, “Sultanım, halk sizi direnişin başında görürse buna düşman dayanamaz” der. Bu cevaba hiddetlenen Vahdettin, “Siz bana atalarımın başkentinden firar mı teklif ediyorsunuz” diye bağıran Padişah’a Mazhar Müfit, “Hayır, atalarınız gibi milletin başına geçmenizi teklif ediyoruz” şeklinde cevap verir.

Bu cevap üzerine Vahdettin her zaman yaptığı gibi kafasını camdan dışarı çevirir.

Bu da görüşme bitti demektir.

Ne hikmetse Anadolu’ya geçmeyi atalarının başkentinden firar gibi gören Vahdettin, sabaha karşı İngilizlere sığınıp apar, topar kaçmayı hazmedebilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’ya geçme planlarını hayatiyete geçirmeden hemen önce Samsun’da bazı olaylar olur. Samsun’un gerek Karadeniz, gerek Anadolu’ya uzanan yollarıyla önemli stratejik noktalardan biri olarak gören İngilizler 9 Mart 1919’da Samsun’u işgal ederler. Bu duruma tepki gösteren oradaki Türk Makinalı Tüfek birliğinden Hamdi adındaki bir subay, askerleriyle dağa çıkmış ve İngilizlerle çatışmaya girmiş ve halkı silahlandırmaya başlamıştır.

İngilizler, Türklerin ve özellikle Topal Osman Ağa ile Kara Zıpkalıların, Pontusçulara, Rum ve Ermeni çetelerine karşı yaptıkları direnişlerden rahatsızdır. İngiliz hayranı Damat Ferit Paşa, Sadrazam olduktan sonra yine İngiliz Yüksek Komiserliğinin istekleri doğrultusunda sorunun çözümü için yollar aramaya başlamıştır.

İngiltere, Türklerin silahlanmasını ve direniş güçlerini kırmak için güvenilir bir Osmanlı subayının olağanüstü yetkilerle donatılarak bu bölgeye gönderilmesine karar verip, bu kararlarını son Osmanlı Padişahı Vahdettin’e iletirler. Bu gerekçe, zaten Anadolu’ya geçmeye hazırlanan Atatürk için bulunmaz bir fırsattır.

blog-mustafa-kemal-ataturk30 Nisan 1919’da Saray’daki dostlarının yardımlarıyla yetkilerini son derece yüksek düzeyde tebliğ ettirilmiş olarak, 9. Ordu Müfettişliğine atanan Mustafa Kemal, Samsun’a, görev bölgesindeki iç huzuru sağlamak, silah ve cephaneleri toplamak, vatandaşlara silah dağıtılmasını engellemek ve bunu yapan kuruluşları ortadan kaldırmak üzere gönderilir. 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eden Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı ancak İngilizlerin denetiminde olan Samsun’da milli mücadele hareketi için istediklerini gerçekleştiremeyeceğini anlayınca hiç vakit kaybetmeden 25 Mayısta Havza’ya geçer ve halkı işgalcilere karşı örgütlemek için çalışmalara başlar.

İngilizler ve Saray nasıl bir hata içine düştüklerini anlamışlardır ancak iş, işten geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’ya gitmesinden hemen 3 gün sonra Saray bir telaşla kendisini İstanbul’a geri çağırır. Artık Atatürk için hep üzerinde taşıdığı üniformaya veda vakti yaklaşmıştır. Çalışmalarına aralıksız olarak devam eden Mustafa Kemal Paşa, Samsun civarındaki İngilizlerin şikayetleriyle 8 Haziran’da bir kez daha geri çağrılır.

Atatürk 21 Haziran’da Cevat Abbas’a bizzat “Amasya Genelgesi”ni yazdırarak “Milli Direniş” ateşini yakar. Genelge, Kurtuluş Savaşının amaç ve yöntemlerini açıklayan, padişah, hilafet, manda ve himaye düşüncelerinin yerine millet ve milliyetçilik düşünceleriyle halkı örgütlenmeye yönlendiren, ilk defa ulusal egemenlikten bahseden resmi belgedir.

Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ilanı ile bir yandan Meclis, bir yandan direniş ve düzenli bir ordu kurmanın hesaplarını yapan Atatürk, İstanbul Hükümetini eleştirmekte, kurtuluşu millette gördüğünü ve milli bir kongre düzenleneceğini söyleyerek aslında milli bir devlet, bir cumhuriyet kuracağının sinyallerini vermektedir. Çekirdek kadronun içinde yer alan ancak ileride Cumhuriyet’in kuruluşuna da karşı çıkacak paşalar daha o günden ayak diremeye başlamıştır. Nitekim Atatürk Nutuk’ta da ifade ettiği gibi, Rauf Orbay da Refet Bele de Genelgeyi başta imzalamak istemez. Rauf Bey’i Mustafa Kemal ikna eder. Refet Paşa ise çekindiği için belli belirsiz bir imza atmakla yetinir ve bir kongre toplanmasının amacını anlayamadığını söyler. Kazım Karabekir hilafet yanlısıdır ve Cumhuriyet fikrini benimsemez.

Vahdettin’in İngilizlerin hoş görüsünü kazanmak için İngiliz Sevenler Derneği kurucusu Sait Molla ile ilişki kurduğu, ülkenin bölünmesi fikrine payitahta dokunulmadığı sürece karşı çıkmadığı, İngilizlerin istekleriyle Damat Ferit’in Kürtlere özerklik planları yaptığı bir dönemde, bırakın düşmanları, Atatürk’ün en yakınında olanlar bile yabancı bir ülkenin mandası olmak yerine özgür bir ülke olmayı, ümmet yerine millet fikrini, padişaha kul olmak yerine vatandaş olmayı hayal etmekten uzaktırlar.

[vc_row padding=”small” vpadding=”small”][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”30″ margin_bottom=”20″][/vc_column][vc_column width=”3/4″][vc_column_text el_class=”blognote”]Bu yazı ilk olarak, bir Başkent Üniversitesi Kültür Yayını olan Bütün Dünya Dergi’sinin 2016 Temmuz sayısında yayınlanmıştır.[/vc_column_text][/vc_column][vc_column width=”1/4″ text_align=”right” el_class=”blogbutton”][vc_button style=”alternateprimary” align=”center” title=”Dergiyi Oku” target=”_blank” href=”http://www.butundunya.com/index.php?arsiv=2016/07″][/vc_column][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”3″ margin_bottom=””][/vc_column][/vc_row]

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir